20 Kasım 2010 Cumartesi

Ahir zaman kapıda

        İnsanların alnının tam ortasında, iki kaşının arasında ar damarı var, derdi büyükannem ben küçükken. "Dağlara taşlara, ulu ulu ağaçlara, Allahım sen koru" diyecek kadar şaşırdığı, ona göre iffetsizliğin son perdesi bir olay duyduğunda da eklerdi: Ahir zaman kapıda. Çünkü ahir zaman yaklaştığında insanların ar damarı çatlayacakmış. Baksanıza çatlamış işte... Büyükannem hayattayken ahir zaman kapıyı çalmadı; öleli otuz yılı geçti, bu zaman zarfında da gelen giden olmadı. Ama artık kanımca ahir zaman gerçekten kapıda! Şu meşhur Mayalar kıyametin kopması, yaklaşması (ya da işte her neyse) kıyametin bir emaresinin belireceği tarih olarak 2012 yılını işaret etmişler. Ben bu işlerden pek anlamam, haşa yorumlama işine cüret dahi edemem ama büyükannemin şu ar damarı çatlaması meselesinden neredeyse eminim ahir zamanın kapıda olduğundan...
       
Nasıl olmayayım ki? İnsanın utancından dolayı yüzünün kızarması en güzel süsüdür, diye büyütülen bir nesildenim. Aile büyüklerimizden de onlarca kez duymuşluğum vardır, "Haya imandandır! Çünkü insan utanma duygusunu doğuştan getirir ama imanıyla korur" sözlerini. Prensiplerim gereği kendim de dahil kimsenin imanının bu işlere karıştırmam ama utanma ve haya duygusunun doğuştan gelse de çevre ve toplum kurallarıyla gelişip korunduğuna inanırım. Biz öyle yetiştik. Komşularımızdan birinin evinden yüksek ses gelse annem hemen pencereleri kapatır, "Duyduğumuzu anlamasınlar sonra bizi görünce utanırlar; hem dinlemek ayıptır" derdi. Aile meselelerimizi de kimsenin yanında konu etmez; bir tartışmanın üstüne eve birileri gelse
tartışma yaşandığının anlaşılmaması için elinden geleni yapardı. Her olay herkesin yanında yaşanmaz, hatta olaylar aktarılırken aktarıldığı kişiye göre üslup seçilirdi. Ben küçükken...

        İşte bu yüzden eminim ahir zamanın kapıda olduğundan! Şimdi bakıyorum da yaşananlara, büyükannemin o "dağlara taşlara, ulu ulu ağaçlara, Allahım sen koru" dediği olaylar ne kadar da masummuş. Ve annemin komşulardan bir yüksek ses geldiğinde camları kapatması... Baksanıza, insanlar aile meselelerini televizyon kanallarında yaşıyor, tartışıyor... hatta gelip birbirini televizyon kanallarında vuruyor! Ve biz canlı canlı izliyoruz... Ne yaşayanlar utanıyor ne de biz! Genç kadınlar, genç erkekler hatta yaşlı başlı kadınlar erkekler sıra sıra diziliyor beyaz cama, at pazarından at seçer gibi karı-koca seçiyor ya da arıyor kendine: Esmerim, sarışınım, çok iyi yemek yaparım... Ve biz canlı canlı izliyoruz... Ne yaşayanlar utanıyor ne de biz! Kadınlı erkekli bütün ülke sabahın köründe, daha kargalar kahvaltı yapmadan dolduruyor televizyon kanalarının stüdyolarını, cümbür cemaat başlıyor göbek atmaya. Ve biz izliyoruz canlı canlı... Nimete saygıdır diye yere düşen küçücük ekmek parçasını bile üç kez öpüp başına koyan biz, şimdi yemek yarışmalarında nimete nasıl hakaretler yağdırıldığını izliyoruz, hep beraber. Ne yaşayanlar utanıyor ne de biz... Niye? Niye yaşıyoruz bunca rezaleti? Ve bütün bunların pabucunu dama attıracak o, canlı canlı, "muhabirin iş kazası" diye verilen, bir annenin yüreğini yırtan o tarifsiz olayı? Canlı canlı bir anneye kayıp çocuğunun ölüm haberinin verildiği ve televizyon tarihine "iş kazası" diye geçen o tarifsiz olayı niye yaşıyoruz?

        İşte bu yüzden eminim ahir zamanın kapıda olduğundan; insanların ar damarı çatlamış... Hz.Mevlana'nın dediği gibi:

Ademoğlunun eğer edepten nasibi yoksa, Adem değildir,
Ademoğluyla hayvan arasındaki fark edeptir.