tag:blogger.com,1999:blog-5909800691064267572024-02-07T12:41:27.449+03:00İlknur YamakHayata not düşmek...İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comBlogger44125tag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-26728876085035860932013-06-03T06:02:00.001+03:002013-06-03T06:02:30.388+03:00Çapulcu değiliz Sayın BaşbakanÇapulcu: Başkasının malını alan, yağma, talan eden kimse, talancı, yağmacı. (Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, sayfa:395)<br />
xxxx<br />
Bugüne kadar kimsenin malını yağmalayıp talan etmedim; dahası, makbul bir tabirle kursağımdan haram lokma geçmedi çok şükür. Yani çapulcu değilim. Bugün, 16.30'da Samsun Öğretmenevi'nin önünden başlayan yürüyüş için toplanan kalabalıkta sohpet ettiğim, dün Atakum'daki yürüyüşte gözaltına alındığı için bugün aynı yere gidip gitmeme tereddütü yaşayan 17 yaşındaki lise öğrencisi genç kıza baktım. Uzun saçları, uzun boyu, beyaz teniyle su gibiydi. Herhangi birinin malını yağmalamış olamazdı. Yani çapulcu değildi. Çiftlik Caddesi'nde bir apartmanın balkonundan elindeki bayrağı, yüreğindeki heyecanıyla yürüyüşe katılan yaşlı bir hanımefendiye takıldı gözüm. Çapulcu olması söz konusu bile edilemezdi. Şehrimde yapılan çok sayıda yürüyüşü sessiz, tepkisiz izleyen ama dün, bugün dükkanlarının dışına çıkan, el sallayan, alaycı değil yürekten gülüşüyle destek veren esnafımıza çapulcu demeye ise dilim varmaz...<br />
Fotoğrafı büyütelim... <br />
Taksim Gezi Parkı'ndan başlayıp dalga dalga tüm Türkiye'ye yayılan direnişe katılan, hiçbir siyasi bayrağın, simgenin altında toplanmayan, hatta birbirini tanımayan bütün bu insanlar, yaralanan insanları tedavi etmeye koşan doktorlar, tıp öğrencileri, gözaltına alınanlara/alınacak olanlara hukuki destek vermek için sosyal medyada telefon numaraları dağıtan avukatlar... "her yer Taksim her yer direniş" diyen, sadece bunu dediği için yaralanan insanlara kapılarını açan otel sahipleri, lokanta sahipleri, ev sahipleri... isyanını duygu yüklü cümlelerle mektuplara döken sanatçılar... vatandaşın eylemini sağduyu çağrısıyla destekleyen milletvekilleri, hukukçular, oda başkanları, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri... pencere kenarlarına su, süt, limon koyan yurttaşlar, yemek dağıtan vatandaşlar, eylem yaptığı parkı temizleyen eylemciler... hiçbirine ama hiçbirine çapulcu denilemez...<br />
Hele parkta bezi değişen bebek misali minik adımlarıyla annesine yetişmeye çalışan önümdeki iki küçük çocuğa hiç mi hiç denilemez...<br />
Biz çapulcu değiliz Sayın Başbakan, çapulcu değiliz. <br />
Biz halkız...<br />
Ülkesinin nereye gittiğini bilemeyen, geleceğini göremeyen, Suriye'de ne olduğunu, Reyhanlı'yı kimin yaptığını bilemeyen, sivil-asker herkesin zindanlara atılmasının gerekçesini çözemeyen, kendisini, ülkesini tehdit altında hisseden, karamsarlıkla dolu bir halkız... <br />
Bu direniş Taksim'deki üç ağaçla başladı ama yıllardır Türkiye'nin halının altına süpürülmüş problemlerine olan isyanı ortaya çıkardı. Size oy verse de vermese de 'yurttaş' kimliğinin dışındaki bütün kimliklerini bırakarak sadece vatan sevgisiyle bir araya gelen ve Taksim Gezi Parkı'nda kesilen ağaçlarla artık sabrı taşan halkız biz Sayın Başbakan, çapulcu değiliz...<br />
<a href="http://www.samsunhaberhatti.com/">http://www.samsunhaberhatti.com/</a><br />
İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-83545125969439990812012-10-03T21:31:00.000+03:002012-10-04T09:57:59.588+03:00Müslüman Ülkede Rahip Olmak...<iframe allowfullscreen="allowfullscreen" frameborder="0" height="400" src="http://www.youtube.com/embed/zxVkyDqb_1g" width="619"></iframe><br />
<br />
Samsun Mater Dolorasa Katolik Kilisesi'nde on iki yıl görev yapan rahip Pierre Francoisse Rene Brunissen'in kentte geçirdiği yılları konu alan bir belgesel, Müslüman Ülkede Rahip Olmak. Gazeteci Şenol Çakır'ın çektiği ve yönettiği belgeselde Pierre'in misyonerlikle suçlanmasından bıçakla yaralanmasına kadar kentte geçirdiği yıllar anlatılsa da dikkat çekici olan; ister Hıristiyanlık olsun, ister Müslümanlık, bütün tek tanrılı dinlerin düşmanların dahi sevilmesini öğütlediğini anafikir alması.. İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-25776037201476534492012-07-12T15:55:00.002+03:002012-07-12T15:55:55.011+03:00Akıllara nazar...Bir tek akla nazar değmez çünkü herkes kendi aklını beğenir, derdi büyükannem. Ondandır belki de çok basit bir işi bile çözümleyen herkesin yüzyılın icadını bulmuş gibi "aklımı seveyim" demesi... ve belki yine aynı sebeptendir uzmanlığının dışında bir mevkiiye atanan herkesin üstelik bir de liyakatının yetmediği o mevkiiye atanmış olmanın verdiği haksız özgüvenle işin uzmanlarına danışmadan, hiçbir uyarıya kulak asmadan aklına estiği gibi davranıp yetki kullanması...İyice alıştık artık, hata kanıksadık sahte doktorları, kendini doktor sanan hacı hocaları, kendi yazdığı reçeteleri kendi bildiği terkiple hazırlayan ve yaptığının eczacılık olduğunu savunan, herbolog (1) olmasa da her biri herbilog (2) olan aktarları, daha da acısı doktor olmadan doktorluğa soyunan akademisyenleri... ve belki biraz da övündük hiç değilse yazılıp çizilip suyu içilen kağıtlardan ota bota terfi etmesiyle halkımızın...<br />
Uzunca bir zamandır işin erbaplığının unutulduğu; erken kalkanın yol alıp bilip bilmeden bir yerleri tuttuğu, bilenlerin ise Ziya Paşa'nın "Kalkın ey felah-ı vatan dediler kalktık, herkes oturdu biz ayakta kaldık" sözünü doğrularcasına ayakta kaldığı bir dönemi yaşıyoruz. Sağlığın s'siyle ilgili bir eğitimi, bir iş deneyimi olmayanlar sağlık, ömründe kitap kapağı açmayanlar kütüphane, daha da ilerisi kültür müdürü oluyor; sözüm ona "okullu" oldum diye sevinen üniversite mezunları gazete ilanlarıyla iş ararken Türkçenin t'sinden bihaber şarkıcılar, türkücüler ekranlarda programcılığa, gazetelerde köşe yazarlığına soyunuyor... bir bakıyorsunuz üniversitelerde kadrolar peynir ekmek gibi dağıtılıyor; esnafdan danışman, hukuk eğitimi almayanlardan mahkeme başkanı seçiliyor... velhasılı her geçen gün bilgi, erdem ve liyakat sahibi olmayanlar her yeri ama her yeri kaplıyor... kaplıyor kaplamasına ama kimi zaman da öyle olaylar yaşıyoruz ki insanımızın bu arsızlığına bu hadsizliğine 'dur' demek artık herkesin boynunun borcu oluyor. Tıpkı Samsun'da yaşanan son 'sel' olayında olduğu gibi...<br />
Yağmurlarıyla meşhur kentte ırmağın yatağı değiştirilmiş, yerine de sanki o su yerini bulmazmış gibi toplu konutlar yapılmış hem de yerin bilmem ne kadar kat altını bile boş bırakmamacasına; insanların canı pahasına... belli ki işi bilen birileri yok işin başında... belli ki yatağı değişen insan bile kendi yatağını ararken ırmağın en ufak taşkında kendi yatağını arayacağını bilen yok o konutları oraya dikenlerin başında... Dahası, belli ki "Çarşamba'yı Sel Aldı" türküsünü bile bilmiyorlar; tıpkı "su akar yolunu bulur" sözünü bilmedikleri gibi... ve belli ki aklını sevenlerden oldukları için kimseye akıl da danışmıyorlar... <br />
Sonuç: Birilerinin aklını sevmesi birilerinin canına mal oluyor...<br />
Hz.Mevlana ne demiş: Herşeyi bilmene gerek yok haddini bil yeter...<br />
<br />
(1)Şifalı bitkileri bulmayı ve kullanmayı amaçalayan bilim.<br />
(2)Bu da henüz Türk Dil Kurumu sözlüğünde yer almayan, yakın bir arkadaşımın uydurduğu, her bir şeyi bilen anlamında bir sözcük.İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-18462228785744950212012-07-09T12:55:00.000+03:002012-12-14T21:26:41.765+02:00Panik Atak mı, alerji mi?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBIVqCS52FTS9WcilckKm2k0x1NeiN4I1rnecu69RIh_yB6yUQq_vfYTPJp3SdxiQBnJRmLvyVCwmePtkWeXx31QYOygK_CNasYanzVPoEyFDE6k5-MdpT1L_e3AUl_WwdGrvkCvnjIIE/s1600/imagesCAX0J4E4.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBIVqCS52FTS9WcilckKm2k0x1NeiN4I1rnecu69RIh_yB6yUQq_vfYTPJp3SdxiQBnJRmLvyVCwmePtkWeXx31QYOygK_CNasYanzVPoEyFDE6k5-MdpT1L_e3AUl_WwdGrvkCvnjIIE/s1600/imagesCAX0J4E4.jpg" /></a></div>
Ansızın, birden bire, pat diye; beklenmedik bir anda, beklenmedik bir yerde, günün ortasında, gecenin bir yarısında, hatta belki uykunuzun en derin yerinde... boğazınıza bir yumru oturur, kalbiniz yerinden fırlayacakmışcasına ağzınızda atar, başınız döner, mideniz bulanır ya da bağırsaklarınız bozulur veya tersine hiç çalışmaz karnınız davul olur, sonra elleriniz uyuşur, bacaklarınızın feri kesilir, görmeniz bulanıklaşır, konsantrasyonunuz bozulur ve en kötüsü, bütün bunlar olurken, taa en başından nefesiniz daralır, ciğerleriniz şişer ve sanki az sonra boğulacakmışsınız gibi hava açlığı çeker, pencerelerde, balkonlarda kalır, olmadı iki büklüm olur nefes almaya çalışırsınız... ve daha kötüsü yoğun bir korku, giderek kontrolünüzü kaybettiren bir kaygı, neden olduğunu bilmediğiniz bir endişe sarmalı...sanki kalp kirizi kapınızı çalmak üzeredir veya bir saniye sonra düşüp bayılacaksınızdır... ya da ölmek veya aklınızı yitirip delirmek üzeresinizdir...Evet... panik atak kriziniz başlamıştır! Bütün bunlar ve vücudunuzda hissedebileceğiniz daha onlarca değişiklik hep bu "panik atak" denilen ve çağımızın hastalığı diye tanımlanan ruhsal problemin size yaşattığı, altından kalkılması hayli güç bir duygu bozukluklarıdır. Bu sarmalda sizi dipsiz bir kuyu gibi sürekli içine çeken esas duygu ise ödünüzü patlatan bir korkudur. Öyle yoğun bir korkudur ki bu; kriz bittiğinde sanki tonlarca ağırlığında bir dağı kaldırmışçasına yorgun düşersiniz. Zaten çoğu hasta da krizi tek başına atlatamaz ya bir hastahanede alır soluğu ya da güvendiği bir yakınının yakınlığına sığınır...<br />
Uzun yıllar mücadele verdim bu rahatsızlığa karşı; ilaç kullanmak istemeyip psikoterapi almakta ısrar edince yığınla da para döktüm doktor yollarına. Dirençli, inatçı bir kişiliğim olmasa idi belki de pek çok hasta gibi yenik düşecek, beraberinde başka ruhsal problemlerle baş etmek zorunda kalacak, başta sosyal hayatım olmak üzere bütün hayatımı durduracaktım. Zira ancak yaşayanların anlayacağı kadar insanı tüketen bir rahatsızlık olan panik atakta bir süre sonra kapalı alanlara sığamıyor, otobüslere binemiyor ve vardığı son noktada evinizden dışarı çıkamayabiliyorsunuz...<br />
Çok şükür ben bu noktalara vardırmadan hastalığı tanıyıp ipleri olabildiğince ele aldım, irademi <br />
devreye sokup yenilmeden krizleri atlattım ve giderek seyrelttim. Arada sırada olan, nefes darlığına varmayan hava açlıklarına, gelip geçici korkulara, ender yaşanan ve herkesinki kadar olan kaygılara ise önem bile vermedim. Ama tümüyle esas ne zaman iyileştim biliyor musunuz? Bademciklerimden şikayetle gittiğim aile hekimimin teşhisi ve yönlendirmesiyle önce kulak burun boğaz, sonra da bir genel cerraha gidip yapılan test ve tetkiklerle haşimoto hastası olduğum anlaşılınca. Evet, esas o zaman iyileştim.<br />
Haşimoto, hastalığı bulan bir Japon doktorun adını taşıyan bir hastalık. Kısaca tarifi: İyot alerjisine bağlı tiroit iltihabı. Yapılması gereken ise iyottan uzak beslenme ve iyot içeren kozmetik, temizlik ürünlerini vs kullanmama. En başta da saç boyaları, makyaş malzemeleri ve tabii iyotlu tuz, yasak olan...Ben iyottan uzak bir yaşam sürmeye alıştırırken kendimi enteresan bir gözlemim oldu. Birden bire, pat diye, hiç beklenmedik şekilde panik atak yok oldu. Ne hava açlığı ne endişe ne de sıkıntı var artık... ne boğazıma bir yumru oturuyor ne üşüme ne terleme... hepsi geçti gitti. Meğer ki bunlar şu iyot alerjisi yüzündenmiş...<br />
Ben hekim değilim, bloğuma yolu düşecek bir tek panik atak hastasını bile yanlış bilgilendirmek istemem. Ama yaklaşık yirli yıl bu rahatsızlıkla uğraşan ve uzun zaman psikiyatriste giden bir panik atak hastası/idim. Söylemek istediğim sadece şu: Onca psikiyatriste gitmeme rağmen tiroitlerime bakmak düşünülmedi; atlandı. Size önerim, atlamayıp bir baktırın! Alerjiniz olabilir... zaten panik atağın çağın hastalığı olması ve alerjinin de doğal yaşamdan uzaklaşılan günümüzde giderek artması, yani iki durumun paralellik göstermesi bile bir bağlantı olduğunun göstergesi gibi değil mi? <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
Bundan sonrasını da artık hekimler açıklasın... ya da belki onların da içlerinde bileni vardır, bilmeyeni vardır...İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-1938164932265568242012-07-06T15:47:00.000+03:002013-06-30T14:48:51.320+03:00SELE AĞIT: Çarşamba'yı Sel Aldı...Hikaye hazin.<br />
Yıllar yıllar önce, Çarşamba ovasında, Yeşilırmak'a kavuşan Abdal deresi kıyısında kurulu köylerden birinde yoksul bir genç yaşarmış; adı Ahmet. Ve benzeri öykülerde olduğu gibi güzeller güzeli bir de genç kız;adı Melek. İkisi de birbirine sevdalı ve nişanlı. Bir de her öyküde olduğu gibi pusuya yatmış bekleyen ağaoğlu; adı Mehmet Ali...<br />
Köyde sakin hayat devam eder, düğün için gün sayılırken Ahmet'in askerlik vakti gelmiş ve Ahmet vatanı beklemeye gitmiş, böylece ağaoğlu Mehmet Ali'ye de gün doğmuş. Önce Melek'e kalbini açmış, onu sevdiğini söylemiş ama gözü Ahmet'ten başkasını görmeyen Melek'ten karşılık bulamayınca da gözünün yaşına bakmadan tutup dağa kaldırmış. <br />
Kötü haber tez elden Ahmet'e ulaşmış, Ahmet haberi alır almaz firar etmiş, soluğu köyünde almış. Silahını kuşanmış, atına atlamış, Canik dağlarını dolaşmaya, sevdiğini aramaya başlamış. Dağlar Ahmet'in "Meleekkk, Meleekkk" diye haykıran sesiyle yankılanmış ama Melek'ten ses seda çıkmamış. Sonra birden gökyüzü kararmış, şimşekler çakıp gök gürültüleri kopmuş, çıkan sesler Ahmet'in sesini bastırmış. Bir an sonra da gök yarılıp bütün suyunu ovaya boşaltmaya başlamış. Canik dağlarından çığ gibi büyüyerek gelen sel suları Yeşilırmak'ın kabarıp taşan sularına karışmış, Çarşamba ovası adeta bir göl olmuş. Sular ırmak kenarında ne var ne yoksa yutmuş, sanki tufan bu kez Çarşamba'da yaşanmış... <br />
Saatler sonra gök hızını almış, yağmur durmuş, sular çekilmeye, Yeşilırmak yavaş yavaş yatağına uzanmaya başlamış. Yaralarını sarmanın telaşına düşen halk Ahmet'le Melek'i bir an için akıllarından çıkarmış. Ta ki Abdal deresinin yeşilırmak'a döküldüğü noktaya gelinceye dek! Tam o noktaya gelince bakmışlar ki; bir kayanın üzerinde yan yana iki ceset... el ele tutuşmuş, sırt üstü uzanmış, öylece yatan iki ceset... Ahmet'le Melek! <br />
Ahali bu kez kendi acısını unutup Ahmet'le Melek'e yanmaya, dualar edip ağıtlar yakmaya başlamış... ve bu hazin öykü yıllarca dilden dile dolaşmış...Gün gelmiş, o ağıtlar "Çarşamba'yı Sel Aldı" türküsünü doğurmuş...<br />
Bu türkü de hazin öyküsü de bu yörede yaşayan herkesce bilinir, bilinir ama yine de ırmak yataklarına evler yapılır, hem de devlet eliyle... ve ardından ağıtlar yakılır, can yakan canlar yitirilir... ne uğruna, sormak gerek...İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-89433025370939008392012-06-29T01:13:00.000+03:002012-06-29T01:13:32.931+03:00NABUCCO: Esarete Başkaldırış<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHQ6ASaEyOKyM8m4mrcYfNT2RLR_cjANMtBGvwAIKfu8Rwe2oHMzfReKP8IRv4bRqG6WejCPr6uiKrpJD3znqBksXnmqylhr4RpsttRbeAa6r_dsHKVEZEVN0T0VHnF6opQ3Tcs-r3evI/s1600/256194.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHQ6ASaEyOKyM8m4mrcYfNT2RLR_cjANMtBGvwAIKfu8Rwe2oHMzfReKP8IRv4bRqG6WejCPr6uiKrpJD3znqBksXnmqylhr4RpsttRbeAa6r_dsHKVEZEVN0T0VHnF6opQ3Tcs-r3evI/s1600/256194.jpg" /></a></div>
Kimilerinin "yüzyılın en büyük sömürü projesi" dediği, kimilerinin ise giderek önemini yitirdiğini söylediği NABUCCO boru hattı, Rusya’dan yapılan sevkiyata alternatif olmak üzere ABD ve AB tarafından desteklenen, Hazar ile Kafkaslardaki doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşımak amacıyla 2009 yılında başlatılan bir projenin adı. Hani şu Şah denizinden başlayıp Türkmenistan, Kazakistan ve diğer Trans-Hazar kaynakları ile İran gazının, uzun vadede ise Irak ve Suriye üzerinden Mısır başta olmak üzere diğer çevre ülkelerin gazını Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine taşımayı planlayan projenin. Diğer yandan ise eserleri tüm dünyada en çok bestelenen ünlü İtalyan besteci Giuseppe Verdi'nin Avusturya'nın İtalya'yı işgali sırasında bestelediği, Yahudiler’in Babil’den sürgün edilmelerini konu alan ünlü operasının adıdır, Nabucco. Babil Krallığı’nın en ihtişamlı döneminde Kral II. Nabukadnezar zamanında, M.Ö. 586 yılında Kudüs’te ve Babil’de yaşanan ve tarihte “Babil Esareti” diye bilinen olay anlatılır, bu ünlü dört perdelik operada.<br />Nabucco operasının konusunun dayandığı II. Nabukadnezar yani Nabucco, bugünkü Irak topraklarında Asurlulara karşı isyan ettikten ve bu imparatorluğu yıktıktan sonra yeni bir yükseliş dönemine giren Babillilerin aynı adı taşıyan krallarının ikincisidir. Yaptırdığı asma bahçeleri dünyanın yedi harikasından biri sayılan Nabucco dönemiyle birlikte Babilliler Kudüs’e girmiş ve Yahudilerin kutsal kentini tamamen yakıp yıkıp, ardından da binlerce Yahudi'yi esir alarak Babil’e getirmişlerdir. İşte Yahudi tarihinin dönüm noktalarından biri olan "Babil Sürgünü, Yahudilerin yaşadığı bu süreçtir.<br />Verdi'nin Babil Sürgünüyle sonuçlanan olaylar zincirini anlatan ve Babil'in bu ünlü kralıyla aynı adı taşıyan ünlü eserinde Yahudi kölelerin oluşturduğu "Esirler Korosu" tarafından seslendirilen "Özgürlük Özlemi" ilahisi de İbranilerin "Esarete Başkaldırısı"dır. Eski Ahit’te de Yahuda ve İsrail krallarının ve halklarının sadakatsizlik yüzünden tanrı tarafından bu şekilde cezalandırıldıkları anlatılır. Ve yine Eski Ahit'te Kudüs'ün intikamının Babil'den bir gün mutlaka alınacağı söylenir.<br />Geçiş hattı, jeostratejik önemi “Avrasya’ya egemen olan, dünyaya egemen olur” biçiminde özetlenen tarihi ipekyolu olan bu önemli enerji hattı projesine Yahudilerin bir anlamda vatan özlemini anlatan ve bestelendiği tarihte Avusturya işgali altındaki İtalyanların bağımsızlık özlemine tercüman olup İtalyan milli marşı olarak kabul edilmesi düşünülen Nabucco isminin verilmesi gerçekten enterasan. Doğrusu insan düşünmeden edemiyor: Acaba gerçekten denildiği gibi ortakların işbirliği anlaşmasını imzalamadan bir gün önce, 10 Ekim 2002 gecesi viyana'da Verdi'nin Nabucco operasını izlemesi ve sonraki gün projeye bu adı vermeyi kararlaştırması mı, projenin adının Nabucco olmasının nedeni?<br />Kim bilir, belki de gerçekten böylesine büyük bir rastlantıdır...İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-81918320076351026982012-06-27T01:19:00.000+03:002012-06-27T01:19:33.571+03:00İpekyolu değil, petrol yolu<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4tN_lSxRipYpOHANYj3Ui6sB7lf-657UZNjn9AlBGULsJwUAXqrQ54bU0YDkXsDzs9prMjaH3DKtdS8Ft8QhbVhEa-dLTvxJZ6DI7gmiEjx9L6vz2M2SH7UopYJ4l4Ksuf0XT1K9p4-M/s1600/imagesCAV1XDJ5.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="113" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4tN_lSxRipYpOHANYj3Ui6sB7lf-657UZNjn9AlBGULsJwUAXqrQ54bU0YDkXsDzs9prMjaH3DKtdS8Ft8QhbVhEa-dLTvxJZ6DI7gmiEjx9L6vz2M2SH7UopYJ4l4Ksuf0XT1K9p4-M/s200/imagesCAV1XDJ5.jpg" width="200" /></a></div>
Soğuk savaş döneminde küçük ve güçsüz devletler, uydu ya da yarı uydu konumundaydılar.<br /> İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yalta Konferansı ile başlayan süreçte Türkiye, Batı Bloku’nun bir parçası oldu. Küresel iki büyük çarkın gereklerine uydu ya da uyduruldu.<br /> Ancak Batı içindeki bir Yunanistan ya da bir Kanada gibi değildi. Türkiye’nin üç önemli farkı ve dezavantajı bulunuyordu ve halen de bulunmaktadır.<br /> - Batı (ve bloku) tarafından, hep “öteki” olarak algılandı. Müslüman ve Asyalı kimliği Türkiye’yi, “Hıristiyan Batı” dünyasından ayırıyordu.<br /> Değerli Alman bilim insanı Prof. Dr. Fritz Neumark’ın dediği gibi, “Avrupa 400 yıl boyunca Türklerle savaşmış ve çekişmişti”. Türkiye’yi kendindenmiş gibi kabullenmesi imkânsızdı. (*)<br /> - Türkiye’nin ikinci önemli özelliği (ve farkı) ise dünya enerji kaynaklarının %65’ini kapsayan Ortadoğu’nun tam göbeğinde bulunmasıydı. Büyük devletlerin gözü Ortadoğu’daydı; onların küresel güç kavgalarında Türkiye de nasibini alacak ve bedelini ödeyecekti. Aynen 30 yıldır yaşamakta olduğumuz terör sorununda görüldüğü gibi.<br /> - Türkiye’nin bir başka farkı da Kurtuluş Savaşı’nı Avrupa’ya (ve Batı’ya) karşı kazanmış olmasıydı. Atatürk’ün önderliğindeki bağımsızlık ve özgürlük savaşı, Avrupa’nın hesaplarını bozan Lozan zaferi ile sonuçlanmıştı. Türkiye dünyada, sömürgecilere karşı savaşan ülkeler ve toplumlar açısından bir örnek oluşturuyordu. Pek çok dünya ulusu Atatürk’ü ve Türkiye’yi örnek almaya başladılar. Hem de Cezayir’den Küba’ya kadar uzanan geniş bir alanda.<br /> Türkiye bir anlamda küresel güçler açısından tehlikeli bir örnekti. Hem de Ortadoğu gibi en stratejik bölgede bulunuyordu.<br /> Küresel ve yerel dinamikler<br /> Küresel dinamiklerin Türkiye için taşıdıkları soru işaretleri yanında, iç dinamiklerde de gelişen çelişkiler, Türkiye’yi bugünkü zemine taşıdı.<br /> Ülke Batı’nın gözünde, Batılı olmaya çalışan Doğulu bir (öteki) olarak algılanıyor<br /> - Türkiye AB’nin dışında tutularak denetim altına alındı. Türkiye-Avrupa ilişkilerinin son 50 yıllık yakın geçmişi incelendiğinde, bu gerçek açık olarak görülür. “Hayatım Avrupa” adını taşıyan beş ciltlik çalışmamda bu gerçeği bütün ayrıntıları ile ortaya koydum.<br /> - Türk şirketleri bir yandan Kürdistan’da (Kuzey Irak) para kazanıyorlar; diğer taraftan o bölgeden (ülkeden) gelen silahlı güçler (teröristler), Türk ordusuna saldırıyor.<br /> - Suriye’de dün ortak hükümet (kabine) toplantısı yaptığımız yönetimi bugün savaşın eşiğine gelmiş bulunuyoruz.<br /> - ABD ve AB çevreleri “Ankara bizim için çok önemli, işbirliğimiz artıyor” diyorlar. Öte yandan Ankara, Avrupa ve Batı’ya değil, Ortadoğu Arap dünyasına her anlamda yakınlaşıyor.<br /> - Batı Türkiye’de kendi uyguladığı demokrasi yerine, ılımlı islam cumhuriyeti modelini uygulatmak istiyor.<br /> Büyük resim<br /> Bir türlü önlenemeyen terörist saldırıların, bu büyük resim içinde değerlendirilip önlemlerin alınması gerekir.<br /> - Türkiye petrol ve doğalgaz kaynakları ve yolları üzerinde bulunduğu için küresel güçler tarafından yeniden dizayn edilmektedir.<br /> - “Kürt meselesi” ve Kürdistan çabaları bu büyük resmin ayrılmaz bir parçası haline getirilmiştir.<br /> - Terör bu gelişmelerde, “bir araç” olarak kullanılmaktadır.<br /> - Türkiye açısından terörün ortadan kaldırılabilmesi için siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel faktörler bir bütünlük içinde kullanılmak zorundadır.<br /> Küçük dişlilerle uğraşmak terörü bitirmez, daha da yaygınlaştırır. Onu çözmek için olayı küresel boyutta algılamak gerekir.<br /> Çünkü sorun yerel değil, küreseldir.<br />
<br />
Erol MANİSALI/ 25 Haziran 2012 - Cumhuriyet<br />
<br />
<span>(*) Denktaş</span><span>’</span><span>ın Öbür Yüzü, Kırmızı Kedi, sayfa 27, 2011</span><br />
<br />İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-9263800173204071882012-06-26T12:37:00.000+03:002012-06-26T12:37:28.928+03:00İpekyolu Strateji Yasası<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZfintlGA-ZKreNHK58G-jAto6okj1l5dt_TRs7fG-b7LOk_IZ2hxFc9thPhn60wEJaeVh8IRz90qcT15kRSvIUPVEbNYlQ5EephNO76D1v9N6lCYbj4tJSXq-kMQVnC8d5yVMSWvOVgY/s1600/imagesCAW8DICK.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZfintlGA-ZKreNHK58G-jAto6okj1l5dt_TRs7fG-b7LOk_IZ2hxFc9thPhn60wEJaeVh8IRz90qcT15kRSvIUPVEbNYlQ5EephNO76D1v9N6lCYbj4tJSXq-kMQVnC8d5yVMSWvOVgY/s1600/imagesCAW8DICK.jpg" /></a></div>
Soğuk Savaş sonrası “İki Kutuplu Sistem”den sıyrılıp uluslararası sistemde tek süper güç olarak beliren ABD, bu statüsünün devamını sağlamak adına Avrasya’da ekonomik, siyasal ve askeri varlığını pekiştirme çabasına girmiş veçeşitli ulusal devletlerin sınırları içerisinde, özellikle kara gücünü konuşlandırmıştır. Bölgenin büyüklüğünün yanı sıra doğal kaynak rezervlerinin zenginliği ve bu zenginliğin dünya ile paylaşımında kavşak rolü üstlenmesi ise dünya ekonomi—politiğine yön vermesinin ana nedenidir.<br />ABD’nin Avrasya politikası için milat, Sovyetler Birliği’nin dağılması olarak göze çarpar. 1990ların ortalarından itibaren ABD’nin Orta Asya’daki yaşamsal çıkarlarının giderek farkına varmasıyla Amerikan ulusal güvenlik stratejilerinde bu bölgeye ayrılan yer de artmaya başlamıştır. Temmuz 1999'da ABD Kongresi’nden geçen “İpekyolu Strateji Yasası” ABD’nin Orta Asya ve Kafkasya’ya yönelik politikalarının ana hatlarını açıkça ortaya koymaktadır. İpekyolu Strateji Yasası’nın gerekçesini oluşturan bölümde 7 nokta ön plana çıkarılmaktaydı. Buna göre:<br />1-Bir zamanlar Orta Asya ve Güney Kafkasya’nın en önemli ekonomik hattı olan tarihi İpekyolu; Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’dan geçmekteydi;<br />
2-İpekyolu üzerindeki halkların birbirine bağımlılığı ve karşılıklı işbirliği yoluyla eski ekonomik ilişkilerini tekrar tesis etmeleri, egemenliklerinin teminat altına alınması kadar demokratik ve pazar reformlarının başarısı için de önemliydi;<br />
3-Orta Asya ve Güney Kafkasya ülkeleri arasında siyasi, ekonomik ve güvenlik ilişkilerinin güçlendirilmesi bölgenin istikrara kavuşmasına da hizmet edecekti;<br />4-Bölgede demokrasilerin ve serbest pazar ekonomilerinin gelişimi, uluslararası özel sektör yatırımcılarının bölgeye girişlerini teşvik edecekti;<br />5-Bölgedeki Müslüman ülkeler, ABD ile yakın ittifak kurmak isteyen ve İsrail’le yoğun ticari ve diplomatik ilişkiler içinde bulunan laik yönetimlere sahip bulunmaktaydı;<br />6-Bölgede, ABD’yi sorunlu Basra Körfezi’ne bağımlı olmaktan kurtaracak çok değerli enerji kaynakları bulunmaktaydı;<br />7-ABD dış politikası ve uluslararası yardımları bölge ülkelerinin ekonomik ve siyasal bağımsızlıklarının yanı sıra, demokrasi inşası, serbest pazar politikaları, insan hakları ve bölgesel ekonomik bütünleşme konularına da yoğunlaşmalıydı.<br />İpek Yolu Strateji Belgesi’nde, ABD’nin bölgeye yönelik politikasının ana unsurları ise söyle sayılmaktaydı:<br />
-Bağımsızlığın, egemenliğin, demokratik yönetimlerin ve insan haklarına saygının desteklenmesi;<br />-Hoşgörü, çoğulculuk, diyalog ortamları ile ırkçılığa ve Yahudi düşmanlığına karsı mücadelenin desteklenmesi;<br />-Bölgesel ihtilafların çözülmesinde ve sınır ötesi ticareti zorlaştıran engellerin kaldırılmasında aktif biçimde yer alınması;<br />
-Dostane ilişkilerin ve ekonomik işbirliğinin desteklenmesi;<br />-Pazar merkezli ilkelerin ve uygulamaların yayılmasının sağlanması;<br />-İletişim, ulaşım, eğitim, sağlık, enerji ve ticaret alanlarındaki altyapının gelişmesine katkı sağlanması;<br />-ABD kaynaklı ticari girişimlerin ve yatırımların desteklenmesi.<br />Görüldüğü gibi, İpekyolu Strateji Belgesi esas olarak ABD’nin ve Amerikalı girişimcilerin bölgedeki ekonomik ve ticari çıkarlarının sağlanmasını kolaylaştıracak bir eksen üzerine oturtulmuş, bu ana hat çevresinde ise demokratikleşmenin sağlanmasından insan haklarının desteklenmesine kadar, ABD’nin küreselleşme tanımına uyan diğer unsurlar serpiştirilmiştir.<br />
<br />Kaynak: Soner ÖZÇELİK/Akademik Analiz Dergisi<br />
<br />
<br />
<br />İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-25248285056089947692012-06-20T01:04:00.001+03:002012-06-20T01:04:47.956+03:00İpekyolu ve önemi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYX1lkU7foUzxUqJS1N2EFDK4WZR4GUZqOjJcRid763CIkevFE2LSuOn362aKoP841i5NNPIskrOqShbDKxoZL45MkUB9mbHIApchuj3_DWvh6Ia_snHqb4PWKyxXuuMFPZhOtXmLAsMk/s1600/imagesCAWASY55.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYX1lkU7foUzxUqJS1N2EFDK4WZR4GUZqOjJcRid763CIkevFE2LSuOn362aKoP841i5NNPIskrOqShbDKxoZL45MkUB9mbHIApchuj3_DWvh6Ia_snHqb4PWKyxXuuMFPZhOtXmLAsMk/s1600/imagesCAWASY55.jpg" /></a></div>
İpekyolu, Çin'den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa'ya kadar uzanan ve dünyacaünlü ticaret yoludur. İpekyolu sadece tüccarların değil aynı zamanda doğudan batıya ve batıdandoğuya bilgelerin, orduların, fikirlerin, dinlerin ve kültürlerin de yolu olmuştur. Milattan yüzyıllar önce Mısırlılar, daha sonra da Romalılar Çinlilerden ipek satın alırlardı. Ulaşım ise daha sonra 'İpekyolu' adı verilen güzergahı izleyen kervanlarla sağlanırdı. İpek endüstrisi eski çağlardan beri birçok milletin hayatında çok önemli bir yer tutmuştur. Uzak doğudan gelen ipek ve baharat batı dünyası için uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynamıştır. İpek ayrıca doğu kültürünün batı tarafından tanınmasını da sağlamıştır. Doğunun ipeği ile baharatının kervanlarla batıya taşınması Çin'den Avrupa'ya ulaşan ticaret yollarını oluşturmuştur. Ortaçağda ticaret kervanları şimdiki Çin'in Şian kentinden hareket ederek Özbekistan'ın Kaşgar kentine gelirler, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizi'ne, diğeri ile de Karakurum dağlarını aşarak İran üzerinden Anadolu'ya ulaşırlar; Anadolu'dan da denizyolu ile Akdeniz ve Karadeniz (Tirebolu) limanlarından veya Trakya üzerinden karayolu ile Avrupa'ya giderlerdi. Doğudan batıya doğru gelişen bu ticari harekette daha önceki çağlardan beri kullanılmakta olan bir yol şebekesinden yararlanılmıştır. Yoğun bir şekilde ipek, porselen, kâğıt, baharat ve değerli taşların taşınmasının yanında kıtalar arasındaki kültür alışverişine de imkân sağlayan bu binlerce kilometre uzunluğundaki kervan yolları zaman içinde 'İpekyolu' olarak adlandırılmıştır. <br />
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra Türkiye, Mısır, Irak, Suriye, Doğu Akdeniz, Arap Yarımadası, Somali İran, Rusya’nın güneyi, Afganistan, Orta Asya, Pakistan, Hindistan, Çin, Kore ve Vietnam'ın yer aldığı İpekyolu'nun hem bir ticaret yolu hem de tarihsel ve kültürel değer olarak yeniden canlandırılması gündeme gelmiş, bu yol boyunca inşaa edilmiş ve artık kullanılmayan yapıların yeni işlevler kazandırılarak korunmaları ve yaşatılmaları için çalışmalar başlatılmıştır. Eskiden bu yol üzerinden ipek, baharat ve kağıt taşınırken bugün bu yol önemli madenler, petrol, elektronik ürünler ve çeşitli tüketim maddelerinin taşımacılığı açısından önem kazanmaktadır. Dolayısıyla enerji kaynakları ve enerji nakil yolları ile daha da anlam kazanan 'İpekyolu’nun istikrarlılaştırılması ve “elde tutulması” yeni dünya düzeni için yaşamsal öneme sahiptir.<br />
Buradan hareketle, bu güzergahta bulunan Türkiye ile Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bu konudahem kendi aralarındaki iletişim ve etkileşimleri hem de söz konusu diğer devletlerle pazarlık güçlerini kullanmaları çok önemlidir. Özellikle son yıllarda çok gündemde olan ve özellikle Avrupa Birliği'nin çok ihtiyaç duyduğu petrol ve doğalgaz boru hatları projelerinde hem Türkiye'nin hem de Orta Asya Türk Devletlerinin gücünü, stratejik pozisyonlarını pazarlıklarda iyi kullanması, sıkı bir işbirliği ve ittifaklar kurması da ayrıca önemli ve gereklidir. <br />
<br />İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-57648930648011173612012-06-09T02:00:00.001+03:002012-06-09T02:00:31.851+03:00İpekyolu Enstitüsü<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUxUnRuyi_H0Sgwec1SW26HqnpeEIdbgqvjhpPG92_5VCFrstzBxg1KoyGe9Nt3qa5O3ImBXGmu9EwoFN5cXeAARmm-WmbnPM18sbQhxseTutmaQAtUCrLhXI78Oa5jGnZx8UbibIlRnw/s1600/imagesCAIS27KP.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="137" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUxUnRuyi_H0Sgwec1SW26HqnpeEIdbgqvjhpPG92_5VCFrstzBxg1KoyGe9Nt3qa5O3ImBXGmu9EwoFN5cXeAARmm-WmbnPM18sbQhxseTutmaQAtUCrLhXI78Oa5jGnZx8UbibIlRnw/s200/imagesCAIS27KP.jpg" width="200" /></a>Amerikan Derin Devleti'nin kontrolünde olduğu iddia edilen Johns Hopkins Üniversitesi'ne bağlı Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü; yani Deniz Baykal'ın istifaya zorlanacağıve CHP genel başkanlığına Kemal Kılıçdaroğlu'nun getirileceği senaryosunu olay gerçekleşmeden iki yıl önce bir rapor olarak hazırlayan İpekyolu Enstitüsü, web sitesinde kendini şöyle tanımlıyor: <br />Orta Asya-Kafkaslar Enstitüsü ve İpek Yolu Çalışmaları Programı ortak transatlantik araştırma ve politika merkezi. Türünün ilk merkezi ve analistler, akademisyenler, politika gözlemcileri, iş adamları ve gazetecilerden oluşan dünya çapında bir merkez. Yine siteden öğrendiğimize göre ilgili bölgeler hakkında bilgi, araştırma ve analiz için artan ihtiyacı karşılamak üzere 1996 ve 2002 yıllarında dizayn edilmiş. Enstitünün amacı ise Amerikalılar ile Avrupalıların bölge ile aktif ve çok yönlü bir angajman içine girmesi için güvenlik ve kalkınma konuları ile sosyal bilimler ve beşeri disiplinler alanında geniş ve uygulamalı araştırmaları, ciddi ve iyi bilgilendirilmiş politikaları teşvik etmek imiş. Ve bu araştırmalar çok sayıda araştırmacının katıldığı uzun süren büyük araştırmalar olduğu gibi tek bir araştırmacı tarafından yapılan kısa projeler de olabiliyormuş. Enstitünün bugüne değin yaptığı araştırmalar içinde yer alanlardan bazıları şöyle:<br />
-Avrasya'da narkotik, suç ve güvenlik<br />-ABD ve Avrupa politikası<br />-Asya'da çatışma ve güvenlik<br />-Enerji ve işbirliği<br />-Çatışma yönetimi<br />-Bölgesel güvenlik<br />-Siyasal sistemler<br />-Asya bağlamında müzakere ve arabuluculuk<br />-Anayasal gelişmeler ve insan hakları<br />-Çin dış politikası<br />-Siyasal şiddet ve çatışma yöntemi<br />-Asya çevresel güvenlik konuları. <br />İpekyolu Enstitüsü bu araştırmalarının araştırmalarının yanı sıra çok sayıda forum ve konferans da düzenlemiş. Örneğin;<br />-Türk siyasetinde dinin rolü <br />-Türk dış politikasında yeni eğilimler<br />-Küresel teröre karşı Pakistan savaşı<br />-Gazprom'un hakimiyeti ve Hazar bölgesinin rolü Avrupa'nın enerji güvenliği<br />-Azerbaycan ve Avrupa<br />-Çin'in güvenlik stratejisi<br />Bu çalışmaların yanı sıra çok sayıda yayını da bulunan merkezin proje sorumluları ise sitede şu kuruluşlar olarak belirtilmiş:<br />-ABD Hükümeti<br />-İsveç Ulusal İlaç Politikası Koordinatörü<br />-İsveç Acil Durum Yönetim Ajansı<br />-İsveç Araştırma Konseyi<br />-Folke Bernadotte Akademisi<br />Çoğumuzun belki de Kemal Kılıçdaroğlu ismi ile birlikte duyduğu Orta Asya-Kafkasya Enstitüsü ve İpek Yolu Çalışmaları Programı Ortak Merkezi'nin Müdürü, Onur Öymen'in Beyaz Tv'de yayınlanan Acı Kahve programında, CHP ile ilgili raporu kendisine bırakan kişi olarak açıkladığı Svante E.Cornell. Enstitüde adı geçenlerden ikisi ise biraz daha aşina. Biri, "Gerçek İle Fantezi Arasında Türkiye'nin Ergenekon soruşturması" adlı raporun yazarı İngiliz Gazeteci Gareth Jenkins, diğeri ise enstitünün kıdemli üyesi, yönetici editörü ve Türkiye Analisti olarak tanıtılan Halil Magnus Karaveli. Karaveli'nin uzmanlık alanları ise Türkiye tarih ve siyaseti, Kıbrıs sorunu, İslam ve laiklik.<br />İnsan düşünmeden edemiyor: Sadece senaryo yazmak için bu kadar çok para harcanıp bu kadar büyük araştırmalar niye yapılsın ki?<br />İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-14121094371712965632012-06-07T18:00:00.000+03:002012-06-07T18:04:18.339+03:00CHP devşiriliyor mu, çöküyor mu?<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgeAUpdOxogZJ2Piz3wwFnVbEacwfVAIAFpETA-sDhwIB0W_IlJpiunnLyWYRE7G7w2DxTBfRYaMGJ3rJ0da65hK4RFK9n3A7QP6zbdfoM3WbWQH0ZfjT3Oi5Fm7M6vZit98IV4yy_1LdM/s1600/imagesCAJZ0GVN.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="125" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgeAUpdOxogZJ2Piz3wwFnVbEacwfVAIAFpETA-sDhwIB0W_IlJpiunnLyWYRE7G7w2DxTBfRYaMGJ3rJ0da65hK4RFK9n3A7QP6zbdfoM3WbWQH0ZfjT3Oi5Fm7M6vZit98IV4yy_1LdM/s200/imagesCAJZ0GVN.jpg" width="200" /></a>Cumhuriyet Halk Partisi'nin eski Genel Başkan Yardımcısı, Bursa Milletvekili Onur Öymen birkaç ay önce Beyaz Tv'de yayınlanan 'Acı Kahve' programında Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP genel başkanlığına getirilişinin ABD destekli olduğunu ve bu konuyla ilgili iki rapor bulunduğunu söylemişti. Üstelik 2008 yılında İsveç'te bulunan bir enstitüde hazırlanan bu raporlardan birinin, raporda imzası bulunan Svante E. Cornell tarafından 2009 yılı başlarında kendisine bırakıldığını da açıklamıştı.<br />
Amerikan Derin Devleti'nin kontrolünde olduğu iddia edilen Johns Hopkins Üniversitesi'ne bağlı Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü tarafından hazırlanan bu raporda yer alan senaryolara göre Deniz Baykal istifaya zorlanıyor ve onun yerine yolsuzluklar konusunda kamuoyunun dikkatini çeken Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan yapılıyordu ki nitekim bu öngörü bir süre sonra gerçekleşmişti. Ayrıca benzer ifadeler daha sonra tüm dünyada yankı uyandıran Wikileaks belgelerinde de bulunuyordu. Bütün bunlar ise ABD'nin o dönem CHP'nin başında bulunan <br />
<div style="text-align: left;">
kadrodan rahatsız olduğunu ve değiştirmek istediğini gösteriyordu.<br />
Onur Öymen'in adı geçen programda vurguladığına göre ABD benzer bir operasyonu 2.Dünya Savaşı'nın ardından Japonya'dakisosyalist partiye yapmış; Japon sosyalistlere baskı uygulayarak söylemlerini ve yönetimlerini değiştirmelerini istemişti. Sonuçta da Japon Parlamentosu'nda sosyalistlerin 146 olan milletvekili sayısı 6'ya düşmüştü. <br />
Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP genel başkanı olmasından sonra geçen süreçte yaşananların ardından bugün gelinen noktada görünen o ki; Onur Öymen'in açıkladığı raporda yazılanlar senaryo olmanın ötesine varıp gerçekleşmiş. CHP'nin temmuz ayında yapılacak kurultayı öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu ile ekibini eleştiren, partinin batma noktasına geldiğini söyleyen eski Parti Meclisi üyesi Berhan Şimşek'in dediği gibi CHP'de işlerin iyi gitmediğinin sadece CHP'nin kadroları değil, artık herkes farkında. Kılıçdaroğlu'nun ilk günlerinde coşkuya kapılan ve dinamizmini yitiren partinin bu rüzgarla iktidara bile taşınabileceğine inanan "sade seçmen" bile bugün bu senaryoların gerçekliğini; Kılıçdaroğlu'nun CHP'yi ABD'nin isteği doğrultusunda devşirmek için bir bir planla partinin genel başkanlığına getirilip getirilmediğini tartışmaya başladı.<br />
CHP'nin Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte büründüğü yeni yüzü, geliştirdiği politikaları Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD'nin bir planı mı, Kılıçdaroğlu gerçekten bu planın bir parçası olarak partinin başına ABD tarafından mı getirildi henüz hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belli değil belki ama belli olan şu ki;CHP artık eski CHP'lilerin CHP'si değil. Ve hatta belki de Berhan Şimşek'in dediği "Bizi Atatürk bile kurtaramaz" çizgisine çoktan gelindi...</div>İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-32929654897852442012-06-04T02:40:00.003+03:002012-06-04T15:50:11.185+03:00CHP Samsun İl Başkanı Mehmet Atalay olmuş...Dün Cumhuriyet Halk Partisi'nin Samsun İl Kongresi yapıldı. Gazetelerden öğrendiğime göre 34'üncüsü gerçekleştirilen ve iki listenin çekiştiği kongrede Mehmet Atalay rakibi Kemal Zeybek'i otuz dört oy farkıyla yenilgiye uğratarak partinin yeni il başkanı olmuş.<br />
Mehmet Atalay da Kemal Zeybek de CHP'lilerin ve Samsunlular'ın aşina olduğu isimler. Zaten bilinmeyen, yeni bir ismin kongrelerde, seçimlerde boy göstermesi pek alışılmış bir durum değil. Fotokopi makinesinden çıkmış gibi yıllardır aynı isimler gider gelir... kah il başkanlığına kah belediye başkanlığına kah milletvekili aday adaylığına kısmetleri varsa da milletvekili adaylığına aday olurlar. En şanslı 2 kişi de listenin ilk iki sırasına yerleşir ve seçilip milletvekili olur... zira CHP'nin Samsun'dan milletvekili çıkarma potansiyeli ancak 2'dir! Ne eksik ne fazla sadece 2... tenkit ediyormuşum gibi görünse de bu cümleler aslında ben bu isimleri kutluyorum sabır, sebat ve ısrarlarından dolayı... Gerçekten! Örneğin Mehmet Atalay. Facebook'ta da paylaştığı siyasi özgeçmişine bir göz atalım:<br />
2002 genel seçimlerinde CHP Samsun milletvekili aday adayı, <br />
2007 genel seçimlerinde CHP Samsun 4. sıra milletvekili adayı, <br />
2009 yerel seçimlerinde CHP Samsun büyükşehir belediye başkan adayı<br />
2011 genel seçimlerinde de 7. sıradan milletvekili adayı olmuş; ancak bu kez sıralamadaki yerini beğenmeyerek adaylıktan çekilmiş...<br />
Ama bakın sonuçta ne olmuş? Milletvekili aday adaylığından başlayan 10 yıllık mücadelenin sonucunda milletvekili ya da büyükşehir belediye başkanı olamasa da partisinin her kademesinde hizmet etmenin bir onur olacağını göstererek il başkanı olmuş Mehmet Atalay... hayırlı uğurlu olsun. Tam sabreden derviş misali! Kim bilir belki bu sabır onu başka yerlere taşır (bana sorarsanız taşımaz ama hani belki dedik ya) örnekleriyle sabit olduğu gibi ve il başkanlığından sonra milletvekilliği yolu da açılır Sayın Mehmet Atalay'a...<br />
Kemal Zeybek'e gelince: Partiyle ilişkisi 90'lı yıllara dayansa da adaylığı henüz yeni. İlk kez 2011 genel seçimlerinde aday olmuş ama doğrusu sıkı bir başlangıçla! 3. sıradan... ama dedim ya CHP'nin Samsun'dan milletvekili çıkarma kapasitesi 2 olduğu için ne yazık ki sonuç hüsran!!! <br />
Yalnız Kemal Zeybek'i kutlamak lazım gerçekten de. Zira Mehmet Atalay 2011 genel seçimlerinde sıralamadaki yerini beğenmeyip (eminim kendine göre haklı nedenleri vardır) adaylıktan çekilirken ve hatta gazetelere yansıyan haberlere göre "Listeye hiç konulmasaydım anlayışla karşılardım" derken Kemal Zeybek, dün yapılan kongrede "Yıllardır hem madden hem de manen büyük emek harcadım. 2011 seçimlerinde 3. sıraya koyulduğumda gösterdiğim çabanın önemi yok, aynı çabayı 9. sırada da olsaydım yapardım" demiş...<br />
Bakalım bundan sonra rüzgar nerden esecek? Samsun'un fotokopi makinesinden çıkmış gibi gidip gelen aday listesi değişmese de rüzgarın nerden eseceğini tahmin etmek için gerçekten çok erken. Zira bana sorarsanız önce bir Cumhuriyet Halk Partisi'ni izleyelim sonra Samsun teşkilatının payına ne düşecek onu bekleyelim...İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-48360589856249159392011-02-24T21:25:00.002+02:002011-02-24T21:29:32.885+02:00Mayflower, İngiltere ve ABD<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbATM3cj6LgsZr0s82tMjvd03IGzunFCbiDXeKBhZTDmMMnIuvE1JrTpE7xYLBjSnbVn8JYHoqIaU3iRtQlStjx87-NFr_I2zR2JQyeYESMcaAtqxA-DulYFrDIJTJCqAJQjYHbeKjGk8/s1600/imagesCASON27P.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="90" l6="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbATM3cj6LgsZr0s82tMjvd03IGzunFCbiDXeKBhZTDmMMnIuvE1JrTpE7xYLBjSnbVn8JYHoqIaU3iRtQlStjx87-NFr_I2zR2JQyeYESMcaAtqxA-DulYFrDIJTJCqAJQjYHbeKjGk8/s200/imagesCASON27P.jpg" width="160" /></a>Mayflower "Mayıs Çiçeği"; 1620 yılında İngiltere'nin Plymouth limanından yerleşme amacıyla ABD’ye gelen ve sonradan bugünkü ABD'nin çekirdeğini oluşturan Pilgrimleri taşıyan geminin adıdır. "Mayflower Sözleşmesi" de 11 Kasım 1620'de Amerika Birleşik Devletleri’nde anayasanın oluşturulması ile ilgili ilk çalışmalardan biridir. 1620’de Mayflower gemisi ile Amerika’ya göç eden İngilizler, bu ülkeye daha sonra göç edecek insanların da katılabileceği bu sözleşme ile sivil bir toplumun temelini atmışlardır. Sözleşme ile kolonilerde çıkarılacak kanun ve anayasaların koloninin genel yararına olması öngörülerek devletlerin halka hizmet etmeleri gerektiği vurgulanmıştır. Sözleşme şöyledir:</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">"Tanrı’nın adıyla, amin!</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> Aşağıda imzası bulunan bizler, dinimizin koruyucusu, İrlanda, Fransa ve Büyük Britanya’nın hürmete layık kralı James’in sadık bendeleri, Tanrı’nın inayetiyle; ülkemizin ve kralımızın şerefi, hıristiyanlık inancının ilerlemesi ve Tanrı’nın zaferi için ant içerek Virginia’nın kuzey kısmındaki ilk koloniyi kurmak için seyahate çıkmayı; bu vaadlerimizi tek başımıza ya da karşılıklı olarak Tanrı’nın huzurunda yerine getirmeyi; dirlik ve düzenimiz için ve yukarıda bahsedilen amaçların yerine getirilmesi için sivil bir örgüt çatısı altında bir araya gelmeyi; adil ve eşit kanunları, emirleri ve anayasaları koloninin genel çıkarlarına uygun olacak bir şekilde çıkarmayı bütün alçakgönüllülük ve itaatimizle vaad ediyoruz." </div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">New England'da, diğer kolonilere oranla, yıllar boyunca daha belirgin bir özyönetim uygulaması görüldü. Mayflower gemisiyle gelen Pilgrimler; daha iyi yönetilmelerini ve güvencede olmalarını sağlamak amacıyla bir siyasal kuruluşta toplanmak ve bu kuruluş aracılığıyla koloninin genel yararı için gerekli ve uygun olacağı düşünülen adil ve eşit yasaları, kararnameleri, tüzükleri, anayasaları ve makamları kabul etmek, kurmak ve düzenlemek için, "Mayflower Sözleşmesi" denilen belgeyi kabul ettiler.</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">İşte yeryüzünde ABD'nin en büyük ve belki de tek müttefikinin İngiltere olmasıyla "Amerika hala biraz da İngiltere'dir, her Amerikalı biraz da İngiliz'dir" denilmesinin nedeni budur!</div>Mayflower, İngiltere ve ABD...İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-23556940247390361142011-02-24T01:32:00.006+02:002011-02-24T21:30:28.433+02:00ABD'yi kimler oluşturdu?<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUmgBKpUxJnxHfS_baUM0TJ57rBBtF7LH4tN6U-N0KdMzhrjokNMSggZWgLdDsKS7UldgHO25G9FGA-8vyx0mmF4phRurlejGRiRMQeOlObRtCNDaVLMYJoGNARj-n_vflhGZFzWGl2eE/s1600/untitled.bmp" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="90" j6="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUmgBKpUxJnxHfS_baUM0TJ57rBBtF7LH4tN6U-N0KdMzhrjokNMSggZWgLdDsKS7UldgHO25G9FGA-8vyx0mmF4phRurlejGRiRMQeOlObRtCNDaVLMYJoGNARj-n_vflhGZFzWGl2eE/s165/untitled.bmp" width="160" /></a>Kristof Kolomb'un keşfetmesinden önce topraklarında sadece Kızılderililerin yaşadığı Amerika Birleşik Devletleri bir göçmenler ülkesidir. Başta İspanya, Fransa ve Britanya olmak üzere aralarında Hollanda, İsveç ve Portekiz'in de bulunduğu birçok Avrupa ülkesi keşiften sonra bu topraklara gelerek sömürgeler kurdular. Bu sömürgeler arasında Britanya'nın 13 kolonisi vardı. İngilizler ilk koloniyi 1607 yılında altın bulmak için geldikleri Virginia'da kurdular. Burada altın bulamayınca da zorlu geçen yılların ardından tütün yetistirmeye basladılar. Bu sayede Virginia kolonisi İngiltere krallığının mali desteği olmadan ayakta durabilecegini göstermis oldu. 1619'da ilk kez kadınlar ve gene aynı yıl köle olarak getirilen Siyah Afrikalılar Amerika'ya ayak bastı. Ve onları 1620'de Ingiltere'de dinsel inançları nedeniyle baskı gördükleri için barınamayan Protestanlar izledi. Mayflower adlı gemiyle Massachusetts kıyılarına varan bu grup kendi hükümetini kurdu. Ingiltere'ye ait bütün bu kolonilerde yönetim biçimi İngiltere'ye benziyordu. İngiliz Kralının tayin ettiği bir vali tarafından yönetiliyor ve bir de meclisleri bulunuyordu. Amerika'da yaşayan bu insanların İngiltere'nin özgür vatandaşlarından bir farkı yoktu. 1700'lü yıllara gelindiğinde İngiliz kolonilerinde yasayanlar daha batıya dogru yayılabilmek için Fransız bölgelerine sürekli akınlar düzenlemeye basladılar. Ve yedi yıl süren savaşın ardından 1763'de İngiltere galip gelince Fransız Kanadası ile Mississippi ırmağının doğusundaki topraklar da Ingiltere'nin denetimine geçti. Ancakbu uzun savaş İngiliz maliyesinin bozulmasına neden oldu ve İngiltere'nin mali durumunu iyileştirmek amacıyla yeni vergiler koyması Amerikadaki kolonilerin tepkisine yol açtı. İşte ABD 18. yüzyılda Britanya İmparatorluğu'na ait bu sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmasıyla oluştu. 4 Temmuz 1776'da bağımsızlığından hemen önce yaklaşık 2.5 milyon olan nüfusunda en büyük pay İnglizlerin, sonra da Almanlarındı. Dayanağı İncil ve ilk ilkeleri dini toleranslar olan bu devlete İngilizler; "Muhafazakarların kurduğu devlet" diyordu. Bunun nedeni 17. yüzyılın başında Amerikada "New England"a yerleşen ilk göçmenlerin Avrupadaki dini zulümlerden kaçan Püriten sığınmacılar olmasıdır. Zira 1620-1770 yılları arasında kıtaya bu ilk gelenler, karşılıklı evlilikler ve din birliği sayesinde bugun Beyaz Amerikalı denilen (White,AngloSaxon,protestan) siyasette ve iş dünyasında hakim konumda olan Amerikan ulusunun ana çekirdeğini oluşturdular. 2008 yılına kadar seçilen bütün ABD başkanlarının da bu gruba dahil olduğu bilinen bir gerçektir.</div>İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-46270072356689097132011-02-20T00:04:00.001+02:002011-02-20T00:05:27.721+02:00BOP üzerine...<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0XEjbAE4j9aNlP2apiLM37TDBqiBJYDmGNcNqJTnAzWiSC2G5lw1Zr8eCMee8-arOC_XZGfGSed1qDh2EZgnvhuVYFqejWwfM_l5jo1jr8U9IHBLVXBXbSE8D71oXxwwxh1Z6n-qJ4sI/s1600/cecen.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" j6="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0XEjbAE4j9aNlP2apiLM37TDBqiBJYDmGNcNqJTnAzWiSC2G5lw1Zr8eCMee8-arOC_XZGfGSed1qDh2EZgnvhuVYFqejWwfM_l5jo1jr8U9IHBLVXBXbSE8D71oXxwwxh1Z6n-qJ4sI/s1600/cecen.jpg" style="cursor: move;" unselectable="on" /></a></div><span lang="EN">Bu yazı, dünya kamuoyuna Ortadoğu'da barışın ve ekonomik kalkınmanın sağlanması amacıyla bölgeyi yeniden şekillendirmek üzere oluşturulmuş bir proje olarak sunulan Büyük Ortadoğu Projesi'ne ilişkin Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Öğretim Üyesi Prof.Dr.Anıl Çeçen'le yapılmış bir ropörtajdan alıntıdır ve projenin altında yatan nedenleri anlamak açısından son derece önemlidir.<br />
<br />
<strong>-Projenin doğuşu nereye dayanmaktadır? Yeni bir proje midir?</strong><br />
Hayır, yeni bir proje değildir. Büyük Ortadoğu Projesi de bu doğrultuda bir büyük Ortadoğu birleşik devletleri ya da bir Ortadoğu konfederasyonunu eski Osmanlı Bizans hinterlandında var olan devletyapılarını parçalayarak eyaletler halinde bir bölgesel yapıya kavuşturmayı hedeflemektedir.<br />
<br />
<strong>-Proje Kuzey Afrika ülkeleri ve Kafkas ülkeleri dahil Türkiye ve Afganistan'ı da içine almaktadır. Projenin kapsamının bu kadar geniş tutulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?</strong><br />
Kuzey Afrika'ya yönelmesini ben gayet doğal görüyorum. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu da. Roma İmparatorluğu da ve bu bölgede kurulan bütün diğer büyük devletler de Kuzey Afrika'yı sınırları içerisine katmıştı. Yani Ortadoğu'da bir büyük devleti ayakta tutabilmenin yolu Kuzey Afrika'nın kontrolünden geçmektedir. Çünkü Kuzey Afrika'yı kendi haline bırakırsanız Avrupa ile yakın ilişkiler içerisine girer, yeni bir siyasi yapılanma Akdeniz üzerinden ortaya çıkar ve Ortadoğu'daki siyasi yapıyı tehdit eder.<br />
<br />
<strong>-Amerika'nın açıkladığı amaçlar var bir de projenin altında yatan, dünya kamuoyunu da tedirgin eden varsayımlar var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?</strong><br />
Amerika'nın açıkladığı amaçlarla dünya kamuoyunun değerlendirmesi arasında çok ciddi farklılıklar ve <span style="font-family: Times New Roman TUR;"><span lang="TR">ç</span><span lang="EN">elişkiler var. Ben dünya kamuoyunun değerlendirmelerini daha doğru görüyorum. Amerika burada emperyal güç olarak bölgeye sızmak, bölgeye hakim olmak, bölgenin bütün doğal kaynaklarını ele geçirmek, bölgede İsrail'in güvenliğini sağlamak, İsrail'in çıkarları doğrultusunda bölgeyi yeniden düzenlemek istediği için ve kendi emperyal sürecinde yeni dünya düzenini Ortadoğu merkezli yeni bir yapıya sürüklemek istediği için gerçekleri söylemiyor, açıkça yalan söylüyor. Amerika kitle imha silahları suçlamasıyla Iraka girmiş ama şimdiye kadar hala kitle imha silahlan bulunamamıştır. Demek ki Amerika kendi ekonomik, siyasi çıkarları açısından bölgeye girmek zorundaydı ama durduk yerde giremezdi, uluslararası hukuku çiğneyemezdi. Ortadoğu'da Siyonist tırmanışın sürmesi ve bu noktaya gelmesi aşamasında İsrail'in de dünya kamuoyunu aldatma noktasında ciddi yalan politikaları, yalan stratejileri ürettiğini görüyoruz. İşte bugün bunun en açık örneğini Kuzey Iraktaki Türkiye'nin aleyhine olan gelişmeler göstermektedir. Biliyorsunuz Kuzey Irakta fiilen bir Kürt devleti kurulmuştur. Bu Kürt devletini Amerika kuruyor görünmesine rağmen aslında Amerika'nın üzerinden İsrail'in kurduğu, Kürdistan ordusunu İsrailli komutanların yetiştirdiği, Kuzey Irakta Kürdistan bankasını İsrail'in kurduğunu, Kürt üniversitelerini İsrail'in kurduğunu yani Kürdistan denen siyasi varlığı da bizzat İsrail'in ortaya çıkardığını görüyoruz. Bütün kaynaklar ve bütün basın bunu böyle yazmasına rağmen İsrail otoriteleri bunu inkar etmekte yani ciddi bir inkarcılıkla bunu ört bas etmek istemektedirler.</span><br />
<br />
<strong>-Ortadoğu'daki çatışmaların esas kaynağı İsrail. İsrail'in proje içerisindeki yeri ve etkisi tam olarak ne olabilir?</strong><br />
İsrail şu an bölgenin en küçük ülkesi konumundadır ama dünyanın en büyük gücüdür. Bu çerçeveden baktığımızda Ortadoğu'daki İsrail meselesini sadece küçük bir ülke meselesi, bir bölge meselesi olarak değil bir dünya meselesi olarak görmeliyiz. Bu doğrultuda İsrail sadece Filistin'i değil ama Lübnan'ı, Ürdün'ü, İran'ı, Suriye'yi, Türkiye'yi, Suudi Arabistan'ı, ve Mısır'ı hedef alan bir Ortadoğu planlamaktadır. Bu da tamamen Büyük İsrail Projesi'dir. Bölge ülkelerinin hepsini hedef aldığı için, devletleri tasfiye etmeyi hedeflediği için, bölge ülkelerini parçalayarak eyaletler halinde Amerika ve İngiliz ordularının gücü ile İsrail'e bağlamayı hedeflediği için bu proje maalesef bölgeye savaş getirmektedir. 3. Dünya Savaşı İsrail yüzünden, büyük İsrail projesi yüzünden Ortadoğu'da çıkmış olacaktır.<br />
<br />
<strong>-Bu projede Türkiye'ye düşen rol nedir?</strong><br />
Büyük Ortadoğu Projesi eski Osmanlı hinterlandını hedeflediği için bunun gerçekleşmesinde Türkiye merkez ülke konumuna gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun kurulu olduğu topraklarda daha önce Roma İmparatorluğu vardı. Bu iki imparatorluğun da merkez ülkesi Türkiye idi. Her iki imparatorluğun da başkenti İstanbul'du. Bütün Osmanlı hinterlandını kapsayan ve yeni bir Bizans İmparatorluğunu bölgesel bir konfederasyon biçiminde kurmayı hedefleyen bu plan çerçevesinde İstanbul'un yeniden başkent haline getirilmek istendiğini ve bu çerçevede İstanbul yerine Konstantinopolis kavramının kullanıldığını, İstanbul'daki Fener Rum Patrikhanesinin tıpkı Roma'da olduğu gibi Vatikan benzeri bir mahalle devletine dönüştürülmek istendiği ve bu doğrultuda giderek İstanbul merkezli bir yapının önünün açıldığını görüyoruz. <br />
<br />
<strong>-Sizce Büyük Ortadoğu Projesinin basan şansı nedir?</strong><br />
Ben bu projenin gerçekleşme şansının zayıf olduğu kanaatindeyim. </span></span><span lang="EN"><strong></strong> </span>İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-54876031469291154372011-02-18T14:06:00.001+02:002011-02-18T14:09:38.208+02:00Eisenhower Doktrini ve BOP<div class="separator" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh21h8li0uiFhTyr6cKFUzctoZLKUNaTn4jFj5G6tejHuVpVV6NsHt6j7LqfYOV1_q935J8yNzexvyzgSoSFPRbrCGLmdMF0DfAWkOkQKX1ciiYi71k5Y4Y2t7cfxywi6TUQJPMo41q9IU/s1600/imagesCAJPE0G1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="87" j6="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh21h8li0uiFhTyr6cKFUzctoZLKUNaTn4jFj5G6tejHuVpVV6NsHt6j7LqfYOV1_q935J8yNzexvyzgSoSFPRbrCGLmdMF0DfAWkOkQKX1ciiYi71k5Y4Y2t7cfxywi6TUQJPMo41q9IU/s200/imagesCAJPE0G1.jpg" width="150" /></a></div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">Vikipedi kaynaklı bilgiye göre kısa adı BOP olan "Büyük Ortadoğu Projesi" ya da tam resmi adıyla "Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık İnisiyatifi", Amerika Birleşik Devletleri 43. Başkanı Bush hükümeti tarafından "Büyük Ortadoğu" adıyla duyurulan, en batıda Fas'ın Atlantik kıyılarından, en doğuda Pakistan'ın kuzeyindeki Karakurum yaylalarına, Kuzeyde Türkiye'nin Karadeniz kıyılarından Güneyde Aden ve Yemen'e kadar uzanan bölgede, Müslüman ülkelere demokrasi ihracını ve bu ülkelerin pazarlarının açılmasını amaçladığı açıklanan politik bir kuram. Dünya kamuoyuna açıklanan hali ile ise Ortadoğu ve yakın çevresi coğrafyasında yer alan ülkelerde batılı anlamda demokrasinin sağlanması, terörizmin ortadan kaldırılması, ekonomik ilişkilerin arttırılması ve ekonomik işbirlikleri sağlanarak bölgenin istikrara kavuşturulmasıdır. Ancak örtülü yanıyla da 1920 de İngiltere tarafından çizilen sınırların yeniden gözden geçirilmesidir. ABD'ye göre yanlış çizilen sınırlar yüzünden bölgede terörizm ve istikrarsızlık oluyor ve bölge kaynakları yanlış ülkeler tarafından kullanılıyor. İşte bu noktada ABD , 1920'de İngiltere'nin yaptığı gibi bölgede "böl ve yönet taktiğini" uygulamaya çabalıyor ve bunun içinde İsrail'i kullanıyor. ABD yönetiminin bugüne değin resmi belgelere dayandırmadığı ancak; Türkiye'yi de yakından ilgilendiren bu projesi aslında ABD Kongresinin 1957’de kabul ettiği "Orta Doğu’da Barış ve İstikrarı Koruma" başlığını taşıyan ve Eisenhower Doktrini olarak anılan kararın bir anlamda bir versiyonu. 9 Mart 1957'de ABD kongresi tarafından kabul edilen Eisenhower Doktrini de temelde Ortadoğu ülkelerine askeri ve ekonomik yardım ayapmayı ve bölgeyi komünizmden korumayı amaçlıyordu. Türkiye'nin 22 mart 1957 günü katıldığını ve ayrıca doktrini bölgede gerçekleştirebilmek için hazır olduğunu açıkladığı bu doktrinin kabulünde iç siyasi havanın gerginleşmesine rağmen CHP Menderes hükümetine destek olmuştu.Doktrinin getirdiği tedbirlerin ilk uygulaması da 1958 yılındaki Lübnan ve Ürdün olayları sırasında gerçekleşmiş; Türkiye, ABD ve İngiltere’nin davranışlarını kayıtsız şartsız destekleyeceklerini bildirmişti.BOP'un temeli Eisenhower Doktrini ile atılmış gibi görünse de aslında ABD'nin BOP ile ilgili planları bundan da önceye, İngiliz siyâsetçi Churchill'in "bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir" sözüyle de çarpıcı bir şekilde ifade ettiği Ortadoğu petrollerinin Batıtarafından keşfedilmesine dayanır. 1870'li yıllarda Dicle ve Fırat vadisinde zengin petrol yataklarının bulunması üzerine İngiltere ve Almanya bu petrolün peşine düştü. İlk olarak Almanya Deutsche Bank'ı devreye sokarak bölgede petrol arama ve çıkarma imtiyazını elde etti. 1901'de İran'dan toprakları üzerinde petrol arama hakkını 60 yıllık imtiyaz olarak ele geçirmesiyle İngilizler de bölgeye girmiş oldu. Amerika'nın bu bölgedeki petrole olan ilgisi ise Rusya'nın üretici olarak dünya piyasasında ciddi bir rakip olarak ortaya çıkması ve bu sahaların ABD sahalarından daha verimli olmasıyla olmuştur. 1.Dünya Savaşı Amerika'daki yerli petrol yataklarının tükeneceği korkusunu doğurunca da ABD İngiliz şirketleriyle birlikte gözünü Ortadoğu'ya dikti. Ve böylece Büyük Ortadoğu Projesi'nin temeli bir anlamda atılmış oldu.</div>İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-15377238775855147552011-02-16T20:58:00.000+02:002011-02-16T20:58:56.132+02:00Siyonizm nedir?<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOednJRLvvzI4GizvfPdGxWyMYO5fN9z22dUlLDEuwoYVz5jo-0Id_TRsvg4TLJYZgDiRRdDmYnjqSeiE-t7Dgwf4sRuC01x4RLu249fU9c77leVuJvzbCF6YfUNqwXTRiNkoa487_orQ/s1600/Theodor-Herzl.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="100" j6="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOednJRLvvzI4GizvfPdGxWyMYO5fN9z22dUlLDEuwoYVz5jo-0Id_TRsvg4TLJYZgDiRRdDmYnjqSeiE-t7Dgwf4sRuC01x4RLu249fU9c77leVuJvzbCF6YfUNqwXTRiNkoa487_orQ/s200/Theodor-Herzl.jpg" width="80" /></a>Siyonizm, Kudüs'teki Siyon Tepesinin adından gelir. Yahudi halkının Filistin'e dönme umudu, Yahudi düşüncesinin sürekli bir yönüdür; bu düşünce Mesih'in geri gelme düşüncesinden ayrılmaz. Yahudilerde Mesih inancı çok önemlidir. Mesih'in gelme amacı, dünyada bir Yahudi devleti kurmaktır. Hatta İsrail kurulduğu zaman Yahudi gazeteleri "Mesih'in Ayak Sesleri" başlığını atmışlardır. Siyonizm fikrini ilk ortaya atan ise 19.yy sonlarında Avusturyalı gazeteci Theodor Herzl (1860-1904) oldu. Ama ortaya atılmakla kalmadı, Yahudi camiası tarafından kabul gördü. Herzl'in 1896 yılında yazdığı kitabı Der Judenstaat (Yahudi Devleti) ve 1897 yılında yazdığı, Die Welt(Dünya) gazetesi, 1897 yılında Basel'de toplanan 1.Dünya Siyonist kongresi'nde savunulan düşüncelerin kaynağı oldu. Ancak bu fikir Theodor Herzl tarafından mı ortaya çıkarılsa da daha eski bir geçmişi vardı. Yahudiler MS. 71'de Romalılar tarafından yurtlarından çıkarıldılar ve bu yüzden Kudüs'e dönme hayaliyle yaşadılar. XIX.yy'daki "ulusların uyanışı" Yahudi ulusçuluğunun canlanması için elverişli koşullardan biriydi; 1881'den sonra, Rusya'daki Yahudi kırımının artması bunu hızlandırdı. Ama Siyonizm'in asıl amacı bunla sınırlı kalmayacaktı.Siyonizm'in gerçek amacı, dünyayı ele geçirmektir. Bu onlar için değiştirilmiş Tevrat'ın bir emridir.ABD, İsrail'i kuruluşundan 8 dakika sonra tanıdı. Başkan Truman İsrail'deki ilk ABD büyükelçisi James G. McDonald'ı resmi işlemleri tamamlamadan alelacele atadı. Bu olay, ABD üzerindeki Yahudi etkisini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. Bu etki ilk günden bu yana İsrail için Ortadoğu politikasının en büyük kozu olagelmiştir. Aldığı yardımlarla kısa sürede güçlenen İsrail, 1949'da komşu Arap devletleriyle ilk kez savaştı ve onları yenilgiye uğrattı. Savaşın sonunda 1 milyon Filistinli yurtlarını terk etmek zorunda kaldı.1967'de Araplarla bir kere daha savaşan İsrail 6 gün süren bu çatışmalar sonunda topraklarını 4 misline çıkardı. Batı Şeria, Gazze ve Golan Tepeleri'ni işgal etti. İşgal ettiği yerler arasında, Yahudilerin iki bin yıldır hayalini kurduğu Kudüs de vardı.Yahudi hakimiyetindeki ABD'nin desteğini alan İsrail, Birleşmiş Milletlerden kendi aleyhinde karar çıkmasını da önledi. 1973'de Araplarla tekrar savaşa tutuşan ve yine galip gelen İsrail, Sina'yı da işgal etti. İsrail, işgal altında bulundurduğu topraklarda yaşayan Filistinlileri katletmeye ve yaralamaya devam ederken, demokratik ülke olduğu iddiasıyla, Birleşmiş Milletler İnceleme Komisyonu'nun bölgeye girmesine izin vermemektedir.Filistinde Tarihde aşi benzeri görülmeyen bir soykırım yasanıyor yaralıları tasıyan anbulanslara bile saldırı yapılıyor dünya bu soykırım karsısında sukunlugunu bozmuyor.</div>İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-69020928698888561332011-02-13T18:02:00.001+02:002011-02-16T12:39:10.237+02:00Kıyametin tarihi 2036<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgIzgkA4NYB1YjCB-Tyfpn7voPzbKEG_ynrlgvTe928FOI46jPdWHEwMGho5o-aCMDoU2XyHSEp49BUaYDL3ZR5S4a0RLQSDu_l-sB9XxR3FhNjuYH-7TPBHuFIhiNb0mOP82J6jXj_TGQ/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" h5="true" height="100" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgIzgkA4NYB1YjCB-Tyfpn7voPzbKEG_ynrlgvTe928FOI46jPdWHEwMGho5o-aCMDoU2XyHSEp49BUaYDL3ZR5S4a0RLQSDu_l-sB9XxR3FhNjuYH-7TPBHuFIhiNb0mOP82J6jXj_TGQ/s200/images.jpg" width="100" /></a>Rus bilim insanlarının iddiasına göre saatte 37 bin kilometreden fazla hızla hareket eden Apophis asteroitinin 13 Nisan 2036'da Dünya'ya çarpıp milyonlarca kişinin ölümüne neden olabilecek. Rus astronomların öngörüsüne göre 274 metre genişlikteki Apophis'in gezegene 25 yıl içinde çarpması muhtemel. NASA ise bu felakete 250 binde 1 ihtimal veriyor. Bunun için asteroitin Nisan 2029'da dar bir yerçekimsel anahtar deliğinden (geçen bir asteroitin Dünya'nın yerçekimiyle rotasını değiştirmesi) geçmek zorunda. Böylece yedi yıl sonra gerçekleşecek çarpışma için rotasına girebilecek. Bilim insanları dünya'nın etrafında, Apophis'in 2029 yılında geçeceği yörüngenin yakınlarında Dünya'nın anahtar deliğinin olduğunu keşfetti. Dünya'nın yerçekimi çok büyük. Eğer asteroit bu delikten geçerse, Dünya'ya çarpabilir. NASA Dünyaya Yakın Cisimler Programı yöneticisi Donald Yeomans, bu ihtimalin çok düşük olduğunu belirtiyor. St Petersburg Üniversitesi'nden Profesör Lenoid Sokolov ise, "‘Apophis, 13 Nisan 2029'da Dünya'ya saatte 37 bin-38 bin kilometre hızla Dünya'ya yaklaşacak. Çarpışmanın ise 13 Nisan 2036'da gerçekleşme ihtimali var. Görevimiz çeşitli alternatifleri değerlendirmek, senaryolar geliştirmek ve öngörülerimize uygun eylem planları oluşturmak" diyor. Apophis'in Dünya'ya çarpma rotasına girmesi halinde NASA, rotayı değiştirmek için kaçınma manevrasını devreye sokacak. Bunun en basit yolu asteroite bir insansız uzay aracının çarpmasını sağlamak. Rus bilim insanları da 14 ay önce asteroitin rotasını değiştirme yönünde bir operasyon başlatma konusunda görüşmek üzere toplanmıştı. Geçen şubatta Asteroid 2011 CQ1, Pasifik'in üzerinde, yeryüzünün sadece 5741 kilometre üzerinden geçmişti. Temmuz 2005'te NASA, kasıtlı olarak Deep Impact uzay aracının Tempel 1 kuyrukluyıldızına çarpmasını sağlamıştı. Bunun sonucunda, kuyrukluyıldızın çekirdeğinin önceden sanılana göre, daha toz ve daha az buzdan oluştuğu anlaşılmıştı.İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-50540935835858537862011-01-27T22:04:00.000+02:002011-01-27T22:04:26.383+02:00Özlü-Yorum<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiPgIhV3PocTVb-scFhbVdiZAKgt6Q5C4WV3EojfNMLBT1j3FNmx5RiIGAM_7fUHDBHT7OXXgeV9IpgJiDltSELW6Gk0GRI0YM7fcmIu-TWAhxnQCrtdGlaPlZ9qQ3qXzrlfHIEBPAbOs/s1600/edinccag.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; height: 69px; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; width: 60px;"><img border="0" s5="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiPgIhV3PocTVb-scFhbVdiZAKgt6Q5C4WV3EojfNMLBT1j3FNmx5RiIGAM_7fUHDBHT7OXXgeV9IpgJiDltSELW6Gk0GRI0YM7fcmIu-TWAhxnQCrtdGlaPlZ9qQ3qXzrlfHIEBPAbOs/s1600/edinccag.jpg" /></a> Size bir kitap tanıtmak istiyorum. Bir şiir kitabı. Adı: </div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> Özlü-Yorum. Şairi :M.Emin Dinççağ. Emin Dinççağ</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> İzmir doğumlu bir doktor. Hacettepe Üniversitesi </div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> Samsun Tıp Fakültesinden mezun olup Elazığ, Havza ve Samsun'da yıllarca görev yapan bir İç Hastalıkları ve Halk Sağlığı Uzmanı. Ama aynı zamanda şiire, karikatüre ilgi duyan, ilk parasını Gırgır dergisine karikatür çizerek kazanan, sanatçı kimliğini 'amatör' olarak nitelese de Nazlandım ve Tadında'dan sonra üçüncü kitabını çıkaran çok yönlü bir kişi; sevdiğim, saydığım bir dost... Dinççağ'a göre şiir, özlü bir yorum. "Tüm duyguları, heyecanları, arzuları, istekleri, beklentileri, acıları, hasreti, kısaca yaşamı birkaç cümle ile özene bezene yorumlamak..." Böyle yazmış kitabının önsözünde Emin Dinççağ ve eklemiş: "Kelime oyunu yaparak çarpıcı bir isim bulmak gibi bir arzu da oluyor elbette. Onun için ÖZLÜ-YORUM koydum bu kitabın adını. Özlediklerimiz yaşamın amacıdır!" Gerçekten de yaşama dair, özlemlerimize dair birbirinden güzel dizelerle dolu Özlü-Yorum. İçinden bir dörtlüğü sizinle paylaşıyor ve bu şiirleri mutlaka okumanızı öneriyorum.</div> Karanfili yerden aldım<br />
düşmeyi hak etmiyor<br />
karanfil yere düşse de<br />
mücadele bitmiyor.<br />
<a href="mailto:d.m.emin@tnn.net">d.m.emin@tnn.net</a>İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-80044555726718405332011-01-19T03:46:00.004+02:002011-08-23T13:13:29.299+03:00Ogün Samast yakalanırken oradaydım!<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> <a ="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_ZcEcxfwxzt1M0k3ZyQsYXh1ASzrUIKxBwT50CQpf98V3XI31xrySilgIkEp226Kfi3hkwnid1rXyp3dft9Agc0qDEhgGz-CbFIAJl0E-WKMI9jcjh1yWr5P5CppejQB7Etczp61gWF8/s1600/8.jpg" href="http://www.blogger.com/" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; height: 99px; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; width: 101px;"><img border="0" height="100" n4="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_ZcEcxfwxzt1M0k3ZyQsYXh1ASzrUIKxBwT50CQpf98V3XI31xrySilgIkEp226Kfi3hkwnid1rXyp3dft9Agc0qDEhgGz-CbFIAJl0E-WKMI9jcjh1yWr5P5CppejQB7Etczp61gWF8/s200/8.jpg" width="100" /></a></div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> 19 Ocak 2007 günü bir arkadaşım telefon edip de "Hrant dink öldürülmüş, çok üzüldüm, televizyonunu aç" dediğinde; ertesi gün katil Ogün Samast'ın Samsun'da yakalanışına an be an tanık olacağımı henüz bilmiyordum. Dahası katilinin kim olduğunu bile tüm Türkiye gibi henüz ben de bilmiyordum. Hayat arkadaşım gazeteci. Şenol Çakır. Olayın olduğu dönemde Doğan Haber Ajansı'nda çalışıyordu. Hrant'ın öldürülüşünün ertesi günü, akşama doğru bürosundan beni arayıp katil zanlısının Trabzonlu bir genç olduğunu, olayı takip etmek üzere Trabzon'a gideceğini söyledi. Katilin kim olduğu olayın vehametini değiştirmiyordu ama bizim bölgemizden birinin hem de bir gencin <a ="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhm926VEplalVvHspZW2d8rHYPOvZWpUFuOtAgN3eftidZ1N8sWhD3vDl0RGmCmvENFAMwKfxALtlogtrIYfyeWHOc-ggp_9oh07qGMWQno5WTgQxrOZlnC-_abFBYJSbnuFNH1ypmvq4Q/s1600/DSC_0215.jpg" href="http://www.blogger.com/" imageanchor="1" style="clear: right; cssfloat: right; float: right; height: 113px; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; width: 126px;"><img border="0" height="100" n4="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhm926VEplalVvHspZW2d8rHYPOvZWpUFuOtAgN3eftidZ1N8sWhD3vDl0RGmCmvENFAMwKfxALtlogtrIYfyeWHOc-ggp_9oh07qGMWQno5WTgQxrOZlnC-_abFBYJSbnuFNH1ypmvq4Q/s200/DSC_0215.jpg" width="125" /></a>olması nedense beni daha da etkilemişti. O akşam yakın bir arkadaşımızla biraraya gelmek üzere sözleşmiştik. Tam arayıp Şenol'un Trabzon'a gideceğini haber verecektim ki Şenol yeniden arayıp gitmesine gerek kalmadığını, zanlının Samsun'da gözaltına alındığı bilgisinin geldiğini söyledi; bir şey sormama gerek kalmadan da telefonu kapattı. Nedense heyecanlanmıştım. Hemen akşam için sözleştiğimiz arkadaşımı arayıp olayı anlattım. Ortak bir dürtüyle otogara gitmeye karar verdik. On dakika sonra arkadaşım arabasıyla gelip beni evden aldı.Otogara vardığımızda ortalıkta olağanüstü bir hal olduğunu gösteren bir hava vardı ama böylesi bir cinayetin zaanlısının orada olduğuna işaret eden kalabalık henüz yoktu. Ortalıkta abartılı sayıda polis ve jandarma da yoktu. Sadece otogara girişlerden biri kordonla çevrilmiş, birkaç polisle jandarma bekleyen yolcuların o alana girmemesi için uyarıda bulunuyordu. Hatta diyebilirim ki bekleyenlerden durumun farkında olmayanlar bile vardı. Arkadaşım Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde öğretim görevlisiydi. Samsun'da hatırı sayılır bir çevresi vardı. Otogarda da güvenlikten sorumlu kişiyle tanış çıktı. Hemen kordonu aşıp kafeterya bölümüne geçtik ve daha gazeteciler bile gelmeden olayın ön bilgisini aldık. Katil zanlısı otobüsle gelmiş ve otobüs otogara girer girmez hemen gözaltına alınmış. Yolcular bile ne olduğunu anlayamamışlar. Olayın farkına ancak mola gereğinden fazla uzayınca varmışlar. Yani her şey son derece sessiz ve sakin halledilmiş. <a ="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5QRr2hNYQhdJVyfud1EA501cbf4ICnILFlbIkuSKZwIlMne755tpJm8VpkMr-GGEsgSrQVK9zgKeGeCtgTkf0MwM8kPtsXFIxxINqwUvP7aoUKWFl2tQrfouxjiKaxDU4MWnFDrei66k/s1600/DSC_0226.jpg" href="http://www.blogger.com/" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="100" n4="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5QRr2hNYQhdJVyfud1EA501cbf4ICnILFlbIkuSKZwIlMne755tpJm8VpkMr-GGEsgSrQVK9zgKeGeCtgTkf0MwM8kPtsXFIxxINqwUvP7aoUKWFl2tQrfouxjiKaxDU4MWnFDrei66k/s200/DSC_0226.jpg" width="125" /></a>O esnada da otogarın içinde jandarmaya ait odada kimlik tespiti yapılıyormuş. Üzerinden sadece o beyaz beresi, silahı ve Trabzon'a ulaşabilseymiş orada cebinden çıkarıp açacağı Türk bayrağı çıkmış. Zanlı otogardan sonra emniyet müdürlüğüne götürülecekmiş. Şimdilik başka da bilgi yokmuş. Otogardaki sakin hava 10-15 dakika daha sürdü. Sonra birden bir hareketlilik başladı. Ortalık bir anda polis ve jandarma kaynamaya, otogarın dışında yoğun bir araç trafiği yaşanmaya başladı. Kafeterya bölümünde oturanları kaldırdılar, herkesi kordonun karşı tarafına aldılar, kapılardan uzaklaştırdılar. "N'oluyor" demeye kalmadan </div></div></div></div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><a ="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4BMTLIw-ByTr8MHru7D86lDbLpraCbtfp9qXbbXwo627p9GsHG4VkXHkIAJkVn4U99e2gFmO5CUYG1-TbCMxfhVqQD2mKpHj9xGyYZuhACy8661UeKRa7CUK_KIx-ZNidZl_FFx7I0rs/s1600/6.jpg" href="http://www.blogger.com/" imageanchor="1" style="clear: right; cssfloat: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="150" n4="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4BMTLIw-ByTr8MHru7D86lDbLpraCbtfp9qXbbXwo627p9GsHG4VkXHkIAJkVn4U99e2gFmO5CUYG1-TbCMxfhVqQD2mKpHj9xGyYZuhACy8661UeKRa7CUK_KIx-ZNidZl_FFx7I0rs/s200/6.jpg" width="110" /></a> kordonla çevrili kapıdan ordu gibi bir kalabalık içeri girmeye başladı. Meğer zanlının önce emniyet müdürlüğüne götürüldüğünü zannedip oraya giden gazeteciler otogara ancak gelmişler. Biz de zaten gazetecilerin neden hala gelmediğini merak ediyorduk. (Emniyet müdürlüğü Samsun'da şehrin tam merkezinde, otogar ise şehir dışında. Dolayısıyla onların gelmesi biraz zaman almış). Gazetecilerin otogara gelmesiyle Ogün Samast'ın jandarmanın odasından alınıp emniyet müdürlüğüne götürülmesi aynı ana denk düşünce gerçekten büyük bir karmaşa yaşandı.Flaşlar patladı, herkes birbirini itip kakmaya başladı. O karmaşanın içinde elleri kelepçeli bir genç, apar topar otogardan çıkarıldı ve jandarmanın aracına bindirildi. Biz tam kordonun önündeydik. Sadece bir an o şaşkın ve donuk yüzü gördük! Aradan 4 yıl geçti. Bu dört yıl içinde defalarca Ogün samast'ı televizyonlarda izledim. Ama aklımda kalan <a ="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEio5f3KpD4tQo05rscZrupMokVFoOzIMEzFtzqsnwYF7dkx1vDux8Y9593YD7rXQkuB5oBoNfVZtpZRrm1ymAYPS009DQWAAyz8RCw4nWHRVDJMw9BadJT6VNa0YKjDWUX_BnO4VCnWk24/s1600/DSC_0234.jpg" href="http://www.blogger.com/" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="100" n4="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEio5f3KpD4tQo05rscZrupMokVFoOzIMEzFtzqsnwYF7dkx1vDux8Y9593YD7rXQkuB5oBoNfVZtpZRrm1ymAYPS009DQWAAyz8RCw4nWHRVDJMw9BadJT6VNa0YKjDWUX_BnO4VCnWk24/s200/DSC_0234.jpg" width="150" /></a>otogardaki karmaşa içinde, o şaşkın, bir o kadar da donuk yüzü oldu. Hrant dink'in cenazesinde karısı Rakel dink'in konuşmasında dediği gibi: "Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27 olsun, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">olduğunu da biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratmayı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim..."</div></div></div></div></div></div></div><div class="separator" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; clear: both; text-align: center;"><br />
</div>İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-56497196680663253402011-01-17T00:15:00.000+02:002011-01-17T00:15:00.004+02:00Osmanlı'da içki... Muhteşem Süleyman dizisinde Sultan Süleyman'ın içkisine yer verilmesiyle hükümetin içki satışına sınırlama getirmesi aynı döneme denk düşünce Osmanlıdan bugüne içki yasağı tartışmaları aldı başını gitti. Hemen herkes din devleti olması dolayısıyla Osmanlı'da içkinin tümüyle yasak olduğu konusunda adeta fikir birliğine vardı. Oysa tarihçilerin yazdığına göre durum hiç de öyle değil. Örneğin Evliya Çelebi'nin yazdığına göre; 1600'lerin ortalarında İstanbul'da binden fazla meyhane varmış. Hatta bu meyhaneler tıpkı bugün içkili mekanların kendi aralarında sınıflandığı gibi sınıflara ayrılır; Hançerli, Karagöz, Karanfil, Köroğlu gibi isimler alırmış. 16. yüzyıl yazarlarından <a href="http://tarihikayeler.wordpress.com/2008/11/19/meyhane-tarihi/#comment-408">Kastamonulu</a> Latifi'nin “Tarifname-i İstanbul” adlı eserinde yazdığına göre Müslüman halk içki konusunda dinsel yasaklara bağlı olsa da gayri müslimlerin adetlerine karışılmaz ve gayri müslimlerin yoğun olduğu Galata gibi semtlerde bulunan meyhanelerin müşterilerinin bir kısmını da kaçamak yapan Müslümanlar oluştururmuş. <br />
Bir kısım Osmanlı hayranının Osmanlıyı katı, baskıcı ve yasakçı olarak göstermesine rağmen o dönemlerde içki hem içilmiş hem üretilmiş hem de ithal edilmiş. Osmanlı'da üretilen konyaklar Paris'te madalya bile almış.İçki tüketiminin aşırı arttığı dönemlerde bazı yasaklamalar getirilse de kısa süre sonra yasaklar gevşeyip eski haline dönülmüş. Örneğin Fatih'in oğlu II.Beyazıt, onun oğlu Yavuz Selim zamanında meyhaneler fazlalaşmış. Sultan Süleyman taht’a çıktıktan sonra içki kullanımını yasaklamış; II. Selim zamanında Damat İbrahim Paşa ve çevresinin de teşvikiyle meyhaneler yeniden açılmış. Nitekim 7 Ekim1573′de Müslüman mahallelerine dahi meyhane açıldığı bildirimine karşılık bunun durdurulması için ferman çıkartılmış. Saray hamamındaki bir zevk aleminde düşerek yaşamını yitiren II. Selim’den sonra tahta çıkan oğlu III. Murat zamanında, 13 Mart 1576′da çıkartılan ferman ile Müslüman mahallelerinde olmaması kaydı ile meyhaneler yine işlevlerine serbestçe devam etmeye başlamış. III. Murat bu defa Müslümanların Hiristiyan mahallelerindeki meyhanelere dadandığına bizzat şahit olunca içki yasağı koymuş. Ancak, bir süre sonra askerlerin içki içme yasağı, askerlerin dayatmaları sonucunda kaldırılınca asker olmayanlar da içki içmeyi sürdürmeye başlamışlar.Bunun üzerine komutan içkiyi yasaklayıp duvara “Alkol öldürür” diye yazdırmış. Ertesi sabah, bu yazının altına bir cümle eklenmiş: “Asker ölümden korkmaz”.<br />
Osmanlı döneminde, Kanuni Sultan Süleyman, I.Ahmet, IV.Murad ve III.Selim tarafından içki yasağı konulmuşsa da meyhanelerin azalması bir türlü mümkün olmamış. Padişahlar aleni içmese de bir bölümü içkiyi hayli sevmiş ve içmiş. II.Selim'in bir lakabının da "<a href="http://www.t24.com.tr/haberdetay/122470.aspx">Sarhoş</a> Selim" olması, Kıbrıs'ın kehribar renkli şaraplarına olan tutkusundanmış. Fatih'in 'Avni' mahlasıyla yazdığı şiirlerde şaraba övgüler düzmesi, II.Mahmut'un şarapsever olması tarihçiler tarafından hep kayda geçmiş. Yani Osmanlı sanıldığı ve gösterilmeye çalışıldığı gibi içki konusunda katı bir tutum takınmamış. Hatta içki yasağının en katı uygulayıcısı olan IV.Murad'ın bile tutkulu bir şarapsever olduğu yazılmış.Görüldüğü gibi yasaklamanın bir işe yaramadığını Osmanlı aslında anlamış ve koyu bir din devleti olmasına rağmen öyle katı yasaklar uygulamamış ya da uygulayamamış. Günümüzde içki satışına getirilen kısıtlamanın nasıl bir yol izleyeceğini önümüzdeki günlere bırakıp bu konuya yine IV.Murat dönemini anlatan Reşat Ekrem Koçu'nun aktardığı o meşhur fıkrayla nokta koyalım:<br />
"İçki yasağının en amansız devri, IV.Murad zamanı olmuştur. Ne kadar garip bir tesadüftür ki ayyaşların piri Bekri Mustafa da o devirde yaşamıştır. Mustafa Üsküdar iskelesinde kayıkçılık yaparken, bir gün Sultan Murad ile Sadrazam Bayram Paşa tebdil gelirler ve mahsus koca ayyaşın kayığına binerler, sahilden bir hayli açılınca, kayıkçı rakı destisini dikip birkaç yudum içer.<br />
Sultan Murad:<br />
-Baba destiyi uzat, bir yudum su da ben içeyim! der.<br />
Mustafa güler:<br />
-Sen içemezsin oğul, içindeki su değil, rakı! der…<br />
Padişah:<br />
-Niye içemeyelim? deyince<br />
-Tahammül edemezsiniz, belli olur, hem kendinizi hem beni yakarsınız!., der. Beriki ısrar edince destiyi uzatır…Yol aladursunlar, desti elden ele dolaşır…Bir ara Sultan Murad:<br />
-Baba, sen Padişah yasağından korkmaz mısın?., diye sorar…<br />
Bekri Mustafa:<br />
-Korkarım, amma Padişah beni burada nerden görecek? der.<br />
Padişah:<br />
-Ya ben haber verirsem? deyince<br />
-Veremezsin, sen de içtin, kellelerimiz beraber düşer! cevabını verir.<br />
Bunun üzerine çakır keyf olan hükümdar:<br />
-Ya ben Padişah, bu adam da Sadrazam Bayram Paşa ise! deyince, Bekri Mustafa kürekleri bırakıp kahkahayı atar:<br />
-Seni köftehor… Ben demedim mi tahammül edemezsin diye!. Şunun şurasında iki yudum rakı içtiniz, biriniz padişah, biriniz vezir olmağa kalktınız! der!”İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-77935062680643578142011-01-15T18:10:00.000+02:002011-01-15T18:10:40.740+02:00Kim sazan anlayamadım... İçki yasaklarını protesto etmek için, Facebook'taki "AKP'ye içiyoruz" grubuna giren 130 bin kişi şok yaşamış. Yeni yapılan düzenleme ile alkol satışına sınırlama getirilmesini protesto etmek isteyenler facebook'ta bir araya gelmişler. Alınan karar herkesin 29 Ocak Cumartesi gecesi, bulunduğu şehirdeki belirli meydanlarda toplanıp içki içmesiymiş. İstanbul'da Taksim ve Moda sahili, Ankara, İzmir, Eskişehir ve Antalya'da toplanmak üzere kararlaştırılan etkinliğe 1 günde 65 bin kişi kayıt olmuş. Daha sonra bu rakam çığ gibi büyüyüp 130 bine yükselmiş. "AKP'ye içiyoruz" sayfasının adı bir gecede "Seçimlerde AK Parti'ye Oy Atmaya Gideceğim Diyenler"e dönüşmüş. Grubun adındaki bu değişimle şok yaşayan üyeler, yani sayfaya ilk kayıt olduklarında AK Parti karşıtı bir eylem yapacaklarını düşünen kullanıcılar, bir anda en sıkı AK Partili oluvermişler. Durum, etkinliği düzenleyen kişinin sayfaya yazdıklarıyla anlaşılmış. Sayfada şöyle yazıyormuş:<br />
"Ben bir Ak Parti'liyim. Ülkemde 130 bin içme meraklısı insan olduğunu bilmek üzücü. Rahatsızlığımızdan dolayı çok memnunum. Bu etkinlik hacklenmedi, bilerek yapılan bir oyundu. Kimileriniz çaktı kimileriniz çakmadı ama çok güldüm."<br />
Oysa grup kurulurken yapılan açıklama şöyle imiş:<br />
"Yer: Alkol temin edebildiğiniz her yer!<br />
Hepimiz 29.01.2011 günü AKP'ye inat kafayı çekiyoruz !!<br />
Zaman, mekan ayrımı gözetmeksizin, AKP'ye inat kafası güzel bir Türkiye!"<br />
Ve bu açıklama öyle tutmuş ki sayfa bir anda yorumlarla dolmuş. İşte bazı örnekler:<br />
- O gün evlilik yıldönümüm zaten. Hem bize hem onlara çifter çifter içeriz.<br />
- Bir buna içmedik. Buna da içelim.<br />
- 29'unu neden bekliyoruz ki?<br />
- Asıl 13'ünde içeceğiz zevkle.<br />
-İçkiye vereceğiniz parayı Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağışlayın.<br />
- Yetmez ama şerefe.<br />
- Alkol kullanmıyorum ama içenlerin yanındayım. Çünkü yasakların karşısındayım.<br />
- Sahil kesimi olarak geleceğim, anamı da alıp gideceğim.<br />
- Biz başladık, siz yetişin.<br />
... Güler misiniz, ağlar mısınız? Doğrusu kim sazan anlayamadım. Sadece bir sayfanın adını değiştirmekle zihniyetleri de değiştirdiklerini sananlar mı yoksa anlayıp dinlemeden sadece muhalif olmak için balıklama atlayanlar mı? Bu hesaplar küçük hesaplar...İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-72407810140425068802011-01-14T09:44:00.000+02:002011-01-14T09:44:15.427+02:00Fikrinizi söyleyin Cumhuriyet Halk Partisi'nin internet sitesinde "<a href="http://www.chp.org.tr/?fikrinisoyle=genel">fikrinizi</a> söyleyin" sayfasına vatandaşlardan gelen fikir, düşünce ve önerilere hiç göz attınız mı? Ben attım! Yarısından fazlası teşkilatların ataletinden ve örgütlenme eksiğinden söz ediyor. Hatta bu köşenin gereksiz olduğunu, vaktin eylem vakti olduğunu söyleyenler bile var. İşte size bazı örnekler:<br />
-Ülke sorunlarına yönelik önerebileceğim tek tek o kadar çok çözüm önerilerim var ki ancak; şu aşamada en büyük sorun olarak TEŞKİLAT VE PARTİ YÖNETİMİNİN ATALETİ.<br />
-Teşkilatlarımız,lütfen mahalle ve köy muhtarlıkları ile yakın temasa geçsin ve çalışma ortamı yaratsınlar, çok anlamlı verilere ulaşılacak.<br />
-Düşünülmesi gereken şu: AKP'ye bu kadar muhalif var ancak; niçin muhalefetin oyu bir türlü yükselmemekte? Bu kırılma noktasımasaya yatırılmalı; ÖZELEŞTİRİ YAPALIM. <br />
-İlgili teşkilatlar miting öncesi gerekli ön hazırlık ve çalışmalarını çok ayrıntılı ve planlı yaparak azami kitleyi meydana toplamalı;bu kamuoyunda ciddi gösterir.<br />
-Eskiden herzaman canlı duran örgütlerimiz vardı. Aynı canlılığın mutlaka sağlanması gerekir. Gönüllü gençler mutlaka harekete geçirilmelidir.<br />
-Referandumda sandıklara sahip çıkamayan ilçe başkanlıkları cezalandırılmalıdır. Bizim ve Türkiye'nin kaybedecek 1 oyu bile yok.<br />
-Halkımız örgütümüzden, örgütümüz halkımızdan ilgi, sevgi, birlik, beraberlik, dayanışma bekliyor. Ben değil, biz olmayı bekliyor. Örgütlenmeyi bekliyor.<br />
-AKP'ye deneme mesajı atıyoruz, 4 saat içinde geri dönüyorlar. Bizim eksiğimiz ne? Genel Merkez'e e-posta atıyorum, günlerdir dönen yok!<br />
-Seçim çalışmalarında büyük illerin varoşlarında çok çalışmalı, Emekliye, yoksulluk sınırı altında yaşayanlara sosyal devlet ilkeleri tam olarak anlatılmalı.<br />
-AKP ilçeleri akşamları cıvıl cıvıl, bizimkiler karanlık ve samimiyetlik yok. Pendik Yenişehir mahallesi seçim bürosu açılsın.<br />
-Örgütlenme ağını, çalışma gruplarını oluşturmayan, aktif hale getirmeyen il, ilçe başkan ve yönetimleri yakından izlenmeli, gecikmeden gereği yapılmalıdır. <br />
-Mahalle temsilcileri çok önemli. Herkesten temsilciler sorumlu olsun. O zaman geriye pek bir şey kalmıyor. İktidara çok yakınız.<br />
-Referandum çalışmalarından çıkarılacak çok ders var. Çok iyi analiz ve sentez yapılmalıdır. Birçok mesaj var; bu hatalara düşmeyelim. Haziran, okul açık, TATİL YOK! İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-53373482834310098582011-01-09T14:52:00.000+02:002012-06-05T00:11:24.121+03:00Şaşıp kalma üstüne... Son günlerde şaşırıp kaldığım olaylar öyle üst üste yaşanır oldu ki neredeyse artık hala şaşırıyor olmama şaşmaya başladım ve Nazım Hikmet'in yıllar önce kaleme olduğu güzelim şiirlerinden birini anımsadım. Şaşıp kalma üstüne...<br />
Sevebilirim,<br />
hem de nasıl,<br />
dile benden ne dilersen,<br />
canımı, gözlerimi.<br />
<br />
Kızabilirim,<br />
ağzım köpürmez,<br />
ama devenin öfkesi haltetmiş benimkinin yanında,<br />
devenin öfkesi, kinciliği değil.<br />
<br />
Anlayabilirim<br />
çoğu kere burnumla,<br />
yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak<br />
ve dövüşebilirim,<br />
doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum her şey için, herkes<br />
için,<br />
yaşım başım buna engel değil,<br />
ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı.<br />
Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp<br />
gitti beni.<br />
Yazık.<br />
1963 Şubat<br />
<br />
İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-590980069106426757.post-46329778626490789062011-01-08T13:42:00.000+02:002011-01-08T13:42:15.330+02:00Kıyametin ayak sesleri... Kıyamet yaklaşıyor, diyorum; ahir zaman kapıda, diyorum... inanın doğru söylüyorum! Hem de bu kehanetleri öyle Mayalar'ın, Nostradamus'un şifrelerini çözerek yapmıyorum. Sadece yurdum insanına bakıyorum ve duyuyorum yaklaşan felaketin ayak seslerini... Örnek mi? Örnek çok ama ben en son CNN-Türk televizyonunun o çın çın kahkahasıyla bırakın televizyonları evlerin bile camlarını zangırdatan sunucusu Saba Tümer'in programında gördüğümü anlatacağım.<br />
Geçen akşam kanalları dolaşırken (Bu da tuhaf bir laf aslında! Sanki sahilde tura çıkmış gibi) birden <br />
gördüklerime inanamadım. Gözlerimi ovuşturup bir kaz daha baktım; halüsinasyon filan değildi. "La havle vela <br />
kuvvet" çekip başladım izlemeye. Üstlerinde yataktan yeni kalkmış da sabah kahvesini içmeyehazırlanıyormuş <br />
gibi kıyafetler olan (ama ne hikmetse hepsi de mutfak önlüğü takmıştı) bir grup kadın, lastiği gevşemiş, beli <br />
düşmüş, göbeği kasığına kadar açıkta pijaması, üstünde kocasının eski atletiymiş gibi duran bir omzu <br />
dirseğine kadar kaymış tişörtü ve kafasına taktığı kocaman yemyeşil mandalıyla (evet, evet çamaşır mandalı. <br />
Şimdi bir sivri çıkıp da buna tasarım yaratıcılığı derse hiç şaşmam) darmadağınık bir başka kadının <br />
önderliğinde dans ediyor. Ama ne dans! Birinin elinde küçük bir tava, diğerinin elinde yumurta çırpacağı, <br />
öbüründe kepçe, bir başkasında tava... hoplayıp zıplıyorlar. Bir yandan da sunucunun sorularını <br />
cevaplandırıyorlar. <br />
O kafasında mandal olan kadın dans öğretmeniymiş; mutfak önlüklü, kaşıklı kepçeli kadınlar da öğrencileri. Yaptıkları dans mutfak dansıymış ve diğer danslardan sadece biriymiş. Pijama dansı, büro dansı gibi danslar da varmış. Enteresan olan, dans öğretmeni işyerlerine, şirketlere gidip öğle tatillerinde çalışanlara bu dansı öğretiyormuş. Amaç bütün gün oturan çalışanlara, ev kadınlarına spor yaptırıp kilo verdirtmekmiş. Bu pijama dansının, büro dansının, mutfak dansının önemli bir faydası da kabızlığa çare olmasıymış! La havle <br />
vela kuvvet demeye kalmadı, öğretmen tam bu noktada bir sandalye çekti, üzerine tünedi, tuvalet pozisyonu <br />
aldı ve başladı dansla bağırsakların nasıl boşaltılacağını göstermeye... Bin kere la havle, on bin kere la <br />
havle, yüz bin kere la havle...<br />
Hadi bu öğretmen bir yolunu bulmuş para kazanıyor! Ya o parayı verip bu kursa giden sokma akıllı ev <br />
kadınlarına ne demeli? Hele içlerinde bir derneğin başkanı olduğundan mıdır nedir, pijamasının üstüne inci <br />
takmayı ihmal etmeyen biri bile olan bütün o kadınlara, şayet doğruysa çalışanlarına öğle tatillerinde <br />
tuvalet dansı eğitim aldıran patronlara (Buna pek inanmadım. Patron denilen akıllı bir kişidir genellikle) ne <br />
demeli? Hiç para vermeden yapılan sporlara ne oldu? Gün ışığından da istifade ederek yapılan yürüyüşlere, <br />
eskiden kültür-fizik denilen cimnastiklere, asansör kullanmadan merdiven inip çıkmalara ne oldu?<br />
La havle vela kuvvet! Diyorum size, kıyametin ayak sesleri...İlknur Yamakhttp://www.blogger.com/profile/14769166662071797436noreply@blogger.com