29 Kasım 2010 Pazartesi

Hangi demokrasi?

-Sizinle konuşmayı reddediyorum
-Yazıklar olsun size
-Öyle bir çorba yapıyorsunuz ki bunun içinden hiçbir işkembeci çıkamaz
-Kendiniz gibi düşünmeyenleri siz suçluyorsunuz, biz suçlayınca faşist diyorsunuz, bu mu sizin demokrasi anlayışınız?
-Hangi demokrasi? Demokrasi falan yok ki bu ülkede
-Siz demokrasiden ne anlarsınız...
xxxx
-Beni dinlerseniz söyleyeceğim
-Ya boşverin ne dinleyeceğim sizi
-Sizinle bu programa çıktığım için utanç duymak üzereyim
-Saygınlığınızı yitiriyorsunuz
-Bu benim sorunum beni savunmayın
-Yazıklar olsun size ya
-Size yazıklar olsun
-Sizin hukukçuluğunuzdan kuşku duyuyorum
-Bu savcı olamaz ya
-Böyle hukukçuluk olmaz
Çok saygısızsınız, size hak ettiğiniz cevabı vermiyorum
-Sizin seviyenize inmiyorum...

27 Kasım 2010 Cumartesi

Orada bir kent var uzakta...

       Adı: Hasankeyf
       Anlamı: Korunmaya müsait
        
       Biz ne yapıyoruz?
       Koruyamıyoruz...

Hasankeyf! Güneydoğuda Dicle nehrinin kıyısında yaklaşık on bin yıllık geçmişiyle bugün de yaşamaya devam eden, çevresindeki üç yüzden fazla arkeolojik alanla geçmişten bugüne uzanan, ihtişamlı ve gizemli bir antik kent... Yekpare taş kitlenin oyulmasıyla oluşturulan, jeolojik yapısı itibarıyla mesken olarak kullanılan, Türk-İslam Tarihi ve Medeniyetinde önemli bir yeri olan bu antik kent tarihle doğanın barışık olduğu bir yer. Su kenarında kurulması dolayısıyla ticaretin merkezi haline gelen, tarihinin Urartulara kadar uzandığı tahmin edilen, kültürlerin kavşak noktasındaki kentin bana sorarsanız gizemli ve enterasan bir başka yanı da adının anlamı! Tarihçi Taylor'a göre Arap literetüründe Sebat ve Aghval yani yedi dar ve derin vadinin kenarlarından bir merkeze doğru uzanan mağaralardan oluştuğu için bu adı alan, 'Hısnıkeyfa' olarak anılan, 'Kaya Kale' diye tercüme edilen Hasankeyf'in adının nereden geldiği hakkındaki olasılıklar hayli fazla. Asurca 'Kipani' kelimesinden geldiği öne sürülen, Süryanice’de 'Kifa' denilen, Roma tarihinde'Kipas' veya 'Cepha' şeklinde ifade edilen, velhasılı her kavmin kendi dilinde farklı telaffuz edilen bu kelimenin anlamı:Korunmaya Müsait!... Enteresan olan da bu işte! Zira 1981 yılında Doğal Koruma Alanı ilan edilen Hasankeyf uzunca bir zamandır korunamama tehlikesiyle karşı karşıya. Temeli atılan Ilısu Barajı tamamlandığında Dicle Nehri ve kollarından oluşan 400 kilometrelik doğal nehir yatağı ile Hasankeyf başta olmak üzere vadiyle iç içe geçen ve evrensel değer taşıyan bir doğa ve kültür mirası yok olacak.  Gerçekten enteresan değil mi? Sanki binlerce yıl öncesinden öngörülmüş kente "Korunmaya Müsait" anlamına gelen bu isim verilirken! Gün gelip de korunamayacağı öngörülmüş ve sanki geçmişin insanları geleceğin insanlarına "Bu kent korunmaya müsait; korumanın yollarını bulun" demek istemişler ki bu beni hiç  şaşırtmaz çünkü bu büyülü kent topraklarında çok sayıda alim de yetiştirmiş... Örneğin şafii mezhebi alimlerinden fıkıh, şiir ve Arap edebiyatının önde gelen isimlerinden Ebu Lutf Haskifi; örneğin Boston Üniversitesinin eserini İngilizceye tercüme ettirdiği, İTÜ Teknoloji Enstitüsünün projelerini uluslararası sergilerde tanıttığı, sibernetik ve otokontrol biliminin kurucusu sayılan Ebul İz El Cezeri... ve başka önemli isimler. Batman'a 37 kilometre uzaklıkta bulunan Hasankeyf durup dururken insanın yolunun düşeceği bir yer değil ancak; mutlaka yolun düşürülüp görülmesi gereken bir yer... Tarihi köprüyü geçip de o binlerce yıllık kültürün, sayısız medeniyetin kokusunun sindiği mağaraların arasındaki vadiye vardığınızda birden bire o tılsımlı havayı solumaya başlıyorsunuz. Abbasilerin, Eyyubilerin, Osmanlıların ve daha nice milletlerin çıktığı basamaklardan kaleye doğru çıkarken gözünüz o uçsuz bucaksız topraklara kayıyor ve anlamı "korunmaya müsait"
olan bu antik kentin ne yapıp edip mutlaka korunması
gerektiğini beyninizle değil yüreğinizle düşünüyorsunuz.
Hasankeyf'i sadece
 fotoğraflardan görüp korunmasını
 istemek başka; insanın orayı kendi gözleriyle
görüp bunu yüreğinde
 hissetmesi bambaşka!
Bir fırsat yaratıp yolunuzu mutlaka düşürün Hasankeyf'e...

23 Kasım 2010 Salı

Türkiye'de bir garabettir gidiyor

        Bir İngilizle evlenip İngiltere'ye yerleşen bir kuzenim var. Uzun zamandır görüşmedik ama anlattıkları hep aklımda. Biz o meşhur batı hayranlığımızın verdiği ağzı açık ayran delisi duruşumuzla medeniyetin beşiği İngiltereyle değerlerinin farkında olmadığımız, karmaşasıyla biraz da küçümsediğimiz bu güzelim ülkemizi kıyaslarken; o, bu karmaşayı bile özlediğini söylerdi... Elbette "Bu karmaşa böyle devam etsin" değildi, söylemek istediği! Daha başka, daha derin bir mana, bize has olana duyulan bir özlemdi. "İnsanımız farklı; huyumuz, suyumuz, alışkanlıklarımız farklı. Düşünsene çocuklarımı iki saatliğine kayınvalideme bırakmak için bir hafta önceden randevu alıyorum" derdi. Ve eklerdi: Herşey gerçekten güzel, insana yaraşır ama yalnızlık var. Kimse kimseyle görüşmüyor. Burası farklı...

22 Kasım 2010 Pazartesi

Elin yabancısı Mevlana demiş!

        Gecenin bir yarısında, televizyon kanallarından birinde, adamın biri parmaklarını birleştirip enlemesine uzattığı elini ekrana tutmuş, telefonla yayına bağlanan bir izleyiciye dolayısıyla diğer izleyenlere, bizlere sesleniyor: Şimdi... Enerjimi sana gönderiyorum... Bütün vücudunda yavaş yavaş bir sıcaklık hissedeceksin... Aldın mı? Hissettin mi? Evet; bak tıkanıklar açılmaya başladı, kötü enerji seni terkediyor, artık daha olumlu birisin ve artık dünyaya daha olumlu bir pencereden bakacaksın! Nasıl, değişikliği hissediyor musun?... Kısa bir sessizlikten sonra karşı taraf ne olduğunu tam kavrayamamış bir sesle vermesi gerektiğini düşündüğü cevabı veriyor:

20 Kasım 2010 Cumartesi

Ahir zaman kapıda

        İnsanların alnının tam ortasında, iki kaşının arasında ar damarı var, derdi büyükannem ben küçükken. "Dağlara taşlara, ulu ulu ağaçlara, Allahım sen koru" diyecek kadar şaşırdığı, ona göre iffetsizliğin son perdesi bir olay duyduğunda da eklerdi: Ahir zaman kapıda. Çünkü ahir zaman yaklaştığında insanların ar damarı çatlayacakmış. Baksanıza çatlamış işte... Büyükannem hayattayken ahir zaman kapıyı çalmadı; öleli otuz yılı geçti, bu zaman zarfında da gelen giden olmadı. Ama artık kanımca ahir zaman gerçekten kapıda! Şu meşhur Mayalar kıyametin kopması, yaklaşması (ya da işte her neyse) kıyametin bir emaresinin belireceği tarih olarak 2012 yılını işaret etmişler. Ben bu işlerden pek anlamam, haşa yorumlama işine cüret dahi edemem ama büyükannemin şu ar damarı çatlaması meselesinden neredeyse eminim ahir zamanın kapıda olduğundan...

19 Kasım 2010 Cuma

Türkiye'de üç kişiden beşi yazar

        Türkiye nereye gidiyor bilmiyorum ama bir blog yazarlığıdır gidiyor uzunca bir süredir. Artık hemen hepimizin bir blogu var. Banka hesabımız olmadan da google hesabımız! Ne işe yaradığını henüz çoğumuz anlayamadık ama olsun. Şifresiyle, gizli sorusuyla birer hesabımız var işte. Yemin etsek başımız ağrımaz.. Bu blog denilen şey ne menem bir şeydir, neye yarar, ne yer, ne içer... Doğrusu çoğumuz bunu da anlayamadık henüz ama olsun; çağa ayak uyduruyoruz ya o yeter bize. Dışarıda limonata gibi bir hava ama biz, hepimiz oturmuşuz bilgisayarımızın başına ya da almışız dizüstümüzü dizlerimizin üstüne ha babam yazıyoruz. Binlerce, on binlerce blog sahibinin arasında ha babam... de babam... yazıyoruz bi gayret! Suya yazı yazmak ya da okyanusta damla olmak gibi bir şey... Olsun ne demiş Sait Faik: Yazmazsam çıldıracağım. Ve sonra başka türlü yorumlamış Aziz Nesin, "Türkiye'de üç kişiden beşi yazardır" diyerek. Dışarıda limonata gibi bir hava ama biz, hepimiz ha babam, de babam yazıyoruz, bi gayret... Suya yazı yazdığımızı ya da okyanusta damla olduğumuzu bilerek...